KASIM2018
BUDAPEŞTE
Buda'dan Peşte'ye
Londra, Viyana, Sofya, Belgrad, Üsküp, Prag ve Budapeşte, gitmeyi, sokaklarında yürümeyi, yaşamın içinde olmayı hep arzuladığım bu kentleri doyasıya olmasa bile gezdim, dolaştım ve tadını çıkardım.
Ziyaretlerim sırasında hep İzmir'i; Kordon, Karşıyaka, Güzelyalı ve Küçükyalı sahilindeki cumbalı evleri, Konak'taki eski yapıları düşündüm durdum. Yol, cadde, meydan ve sokak açmak için yıkılan tarihi yapılar gözümün önüne geldi. Gerçekten yapılaşma kent merkezine dokunmadan Egekent örneklerinde olduğu gibi uydu kent alanlarında sürdürülebilseydi, İzmir bu kentlere fark atar, milyonlarca turistin uğrak yeri olur, cazibe merkezi haline gelirdi.
Sokaklarında yürürken, ziyarete gelen turistlerin ilgisinin ağırlıklı olarak eski yapılara, kiliselere, sinagoglara, köprülere olduğu gördüm. Özellikle Budapeşte'de 2. Dünya Savaşı'nda yerle bir olan yapılar, tek tek ayağa kaldırılmış, geniş bulvarlar, devasa meydanlar yaratılmış, ama eski yapılara dokunmamışlar bile. Hepsi ayakta, hepsi restorasyonda. Zincirli köprüsü, Budin kalesi, parlamento binası, Tuna kıyısındaki Yahudi kıyımlarını anlatan ayakkabı heykelcikleri.
Altı gün kaldığım bu kentte, sabah kahvaltımı ettikten sonra ayaklarım şişene, parmaklarım patlayana kadar gezdim durdum. Yemyeşil bir kent, sokaklarında, caddelerinde ve meydanlarında ağacı olmayan, yeşil alanı bulunmayan hemen hemen hiçbir yer yok. Her boş alan yeşil ile değerlendirilmiş. Kent merkezi ve merkez dışındaki yerleşim alanlarında o kadar çok heykel var ki, bir bakıyorsunuz, Ronald Regan, bir dönüyorsunuz Komiser Kolombo heykelleri, o bölgede yaşamış meslek gruplarındaki insanların heykelleri boy gösteriyor.