TEMMUZ2021
SANAT VE OTOPORTRE
Kendi yaşamlarını sanatlarının konusu yapan sanatçılar Otobiyografi kavramı; kişinin hayat hikâyesinin tamamının kendisi tarafından kaleme alınmasıdır. Otobiyografi yazan kişi kendi benliğini ortaya koyarken anımsamayı merkezine alır. Bu bağlamda otobiyografi; yazarın kimliğinin oluşmasında etkili deneyimlerinin yazınsal olarak ifade edilmesidir. Aynı yaklaşımı resim alanında oto-portre olarak görürüz. Bir eseri yaratan sanatçının öz-yaşamsal deneyimlerinden yola çıkarak oluşturduğu kendi portresi onu daha yakından tanımamızı sağlar, izleyici ile sanatçı arasındaki bağ böylece kurulmuş olur. Aslında gerek otobiyografik bir eser gerekse oto-portre sanatçının geçmişe yönelik benliğini ortaya koymasıdır. Eserini kurgularken geçmişte yaşadıklarını benliğin bir parçası olarak verir. Sanatçı kendi gerçekliği çerçevesinde, beklenti ve izlenimlerine göre belirlediği bir benliği kurmuş olur. Otobiyografi sözcüğünün anlamı incelenirse ‘oto’nun (öz’ün) kimliğe, kendi bilincindeki ben’i işaret eder. ‘Bio’ ise kişinin yaşamının akışı anlamına gelmektedir. İki kavram birleştiğinde, bireyin kendi hayatıyla kurduğu ilişki anlamına gelir. 'Grafi' kelimesi ise anlama, kendi hayatıyla ilişkinin bilinçli ve zahmetli bir şekilde kurulması anlamını katar. Sanatta otobiyografik anlatımlar ilk olarak bireyin önem kazanmaya başlamasıyla birlikte Rönesans döneminde gerçekleşir. Romantizm ile birlikte sanatçılar duygularını esere yansıtarak, sanatçının kendilerini ve kendi öznel algılayışlarını ortaya koyarlar. Örneğin Rönesans ressamı olan Dürer kendi oto-portresini yaparken İsa ile kendini benzer bir şekilde betimlemiş, kendisine bir kutsiyet katmış ve güçlü bir görünüm kazandırmıştır. Ayrıca resmin sağ tarafında “Ben Nürnberg’li Albrecht Dürer, 28 yaşımda uygun renkler kullanarak bu resmi yaptım” açıklamasını da ilave etmiştir. Gustave Courbet’nin 1844-45 yılları arasında yaptığı "Desperate Man" adlı oto-portresinde kendi benliğini ortaya koyması söz konusudur. Bu resimde Courbet kendini anlatma çabası içindedir. Ayrıca, ressamın duruşundaki kaygı ve endişe ön plana çıkar. Bu kaygı resimlerine yasak getirilmesi üzerine yaşadığı sıkıntılı bir dönemi işaret eder. Bu noktada Courbet kendi yaşadıklarından yola çıkarak, duygu ve düşüncelerini bu portre yolu ile aktardığını ve izleyicisi ile bu durumu paylaştığı görülür. Fotoğrafın keşfi ile sanatta gerçeklik tartışmaları başlar. Bu yeni icat, bu dönem sanatçıların kendi sanat yaklaşımlarında belirleyici olur, yeni arayışlara gitme zorunluluğu doğar. Örneğin sanat eserinin yaratım sürecinde kendi otobiyografik anıları ortaya koyarken duygularını da esere aktarmaya başlarlar. Bu konuda psikolojinin ve psikanalizin gelişmesinde Sigmund Freud’un bilinçaltı üzerine yaptığı çalışmalar önemli bir yer tutar. Bilinçaltı baskı altına alınmış düşünceler, anılar, istekler ve dürtülerden meydana gelir. Bireyde bilinçaltında gizlenmiş unsurlar onu huzursuzluğa ittiği için bilince doğrudan çıkamaz, ancak bazen bir şekilde kendisini gösterir. Sanatçılarda bilinçaltının ortaya çıkışı eserlerine yansır. Eserde bilinçaltına itilmiş yaşanmışlıklar, duygu ve düşünceler rüya ve hayaller ile ortaya çıkabilir. Bir sanat yapıtı, sanatçısının ruhsal durumunu, duygu ve düşünce dünyası ile onun hayatından da izler taşıyabilir. Sanatçılar, genellikle gerçek olaylardan da yararlanarak eserlerini meydana getirir. Yaşadığı gerçekliği olduğu gibi değil, sanatın kuralları içinde esere yansıtır. Böylece sanat insana özgü özellikleri kurmacanın dünyasında dile getirmiş olur. Diyebiliriz ki, bir yapıt, nesnel dünyanın sanatçı tarafından öznel yorumudur.