NİSAN 2021 İzmir Life nisan sayısı ile baharı karşılarken yine domu bir içerikle okurlarıyla buluşuyor. 20 yıldır süren yayın hayatının ağırlığını hissettiren yeni sayımızı beğeneceğinizi umarız.
DENİZLE BARIŞAMADIKDENİZLE BARIŞAMADIK20 yıl önceki dosya konumuzda başlığımız "Denizle barıştık" olmuştu. Ne yazık ki; Denizle barışamadık! İzmir Life dergimizin ilk sayısı Eylül 2001 ayında yayınlandı. 20 yıl önce yola çıkarken "Denizle barıştık" konulu bir dosya hazırlamıştık. Arıtma tesislerinin yarattığı etki ile denizin o bulanık görüntüsünden maviye dönüşü herkesi umutlandırmaya yetmiş, kıyılardan deniz dibini seyredenlerin sayısı artmıştı. O günlerde Kordon'da berraklığı gazetecilere kanıtlamak için denize bir çay kaşığı atan başkan Piriştina esprili eleştirilere maruz kalmıştı. Temizliği göstermek için kirletmek, hakikaten yaman bir çelişkiydi. Herkes soruyordu, "Körfez'de ne zaman yüzeriz?" diye. Ama kimsenin cesareti yoktu. Onca yılın kiri körfez tabanında dururken yüzmek pek akıllıca değildi. Zaman içinde körfezde canlanma görüldü. Deniz çayırları, yosunlar ve anemonlar renkli bir dünyanın kapılarını araladı. Kapıdan tabii ki körfezin eski sakinleri de içeri girdiler. İsparozlar, kefaller, gopezler, lidakiler, karagözler Karşıyaka'da, Kordon'da, Mustafa Kemal Sahil Bulvarı'nda balıkçıların çoğalmasını sağladı. Benden duymuş olun kiloluk levrek çekeni bile gördü bu gözler... Şimdi gelin; "Denizle barıştık mı?" sorusunun cevaplarına ışık tutalım, etkili ve yetkililerin elimizden geldiğince kendilerine soru sormalarını sağlayalım. Denizle barışmak için birkaç önerimiz var! Büyüklerin ellerinden, kent önderlerinin ve başkanların gözlerinden öperiz...
MUTFAK ATÖLYELERİMUTFAK ATÖLYELERİGıda Dostu Mutfak Atölyeleri Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ile Tarım ve Orman Bakanlığınca gıda kaybı ve israfı hakkında kamuoyunun farkındalığını arttırmak, gıda tedarik zincirindeki tüm katılımcıları harekete geçirmek için 2020 yılında “Gıdanı Koru” ulusal kampanyasını başlatıldı. Konak İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü'nce “Gıdanı Koru” ulusal kampanyasına katkı sağlamak, yemek pratiklerini geliştirmesi ve yerel/yöresel tariflerin sürdürülebilirliğinin sağlanması amacıyla 2021 yılı boyunca sürecek “Gıda Dostu Mutfak Atölye”leri projesi hayata geçirildi. Atölyelerin ilki “Dünya Bakliyat Günü”nde gerçekleştirildi. MasterChef yarışmacılarından eğitmen şef Rıfat Yurttaş’ın anlatımı ile ev hanımlarınca atölyede geleneksel yemeklerimizden ”Keşkek” pişirildi. İkincisinde ise “Coğrafi İşaretli İzmir Boyozu” ve “İzmir Bomba Tatlısı” yapılarak yöresel ürünler ön plana çıkarılmaya devam edildi. Akabinde İlçe Müdürlüğü teknik personelince Tarım ve Orman Bakanlığı'nca önemli ve ülke ekonomisine etkisi tartışılmaz olan herkes tarafından benimsenmesi gereken gıda israfının tüketici boyutunda önlenmesi, güvenilir gıda, gıda etiket okur/yazarlığı, son tüketim/tavsiye edilen tüketim tarihi farklılığı, gıdaların muhafaza koşullarında dikkat edilecek hususlar, organik ürün, akıllı alışveriş, evde organik gübre yapımı konularında farkındalığı artırmak için eğitim verildi.
ENGİN DİRİKALENGİN DİRİKALEge Bölgesi Özel Okullar Derneği Başkanı Engin Dirikal: "Okul, sosyal ve duygusal becerilerin mükemmel geliştiği en önemli yerdir." Yaşanan pandemi sürecinde eğitim düzenindeki sorunlar ve dünya ölçeğindeki uygulamaları Ege Bölgesi Özel Okullar Derneği Başkanı Engin Dirikal ile konuştuk. "Yüz yüze eğitimde çocuk okulda duygularla tanışır, erken yaşlarda arkadaşlık, başarı-başarısızlık, ekip olmak, topluluk içinde kendini var olarak görmek, yeteneklerini keşfederek karar verebilmek, liderlik gibi becerileri hep okul ortamı içinde keşfeder." diyen Dirikal ile söyleşimize kendisini tanıyarak başlıyoruz.
ÇANDARLI'DA BAHARÇANDARLIÇANDARLI'DA BAHARI KARŞILARKEN Yazları Dikili kasabasında ikamet etmeme rağmen, Çandarlı benim daha çok hoşuma gidiyor. Pitane antik kenti üzerine kurulan Çandarlı, o tarihi atmosferini bugün de devam ettiriyor. Yarımada üzerinde dolaşırsanız o eski granit veya andezit taşlarla yapılmış yılların izini size yansıtan yapılar görürsünüz. Belki başkaları için virane yapılar ise benim için tarihin resmi gibidir. Eskiden tek başına ilçe olan Çandarlı yeni yasayla Dikili’ye bağlanıp onun mahallesi olmuştur. Asıl Çandarlı bir yarımada üzerine kurulmuş her iki tarafında kumsal ve deniz bulunmaktadır. Kış aylarında doğu tarafındaki kahvelerde denize karşı oturup çay içmek, yaz aylarında ise batı kıyısındaki lokantalarda balık yemek çok hoş oluyor. Zaman zaman burada olmaktan zevk alıyorum, size de tavsiye ederim. Yine Cuma günleri kurulan sebze meyve pazarını hiç boş geçmem. Hem kafelerinde oturarak nefes alır, pazaryerinde ise sebzelerimi edinirim. Pazarın girişinde doğal giysileri içinde Yaylayurt köylüleri ürettikleri her ürünü satarlar. Çok çalışkan insanlar, yaz kış çiftçilik yapıyorlar. En taze kuzu ıspanak mı, taze kısa saplı pırasa mı, turp, maydanoz, nane mi, yaz meyveleri ve sebzeleri domates biber, fasulye, kiraz, elma, dağ armudu mu arıyorsunuz? Buyurun Çandarlı Pazarına diyorum. Zeytinyağımı ve zeytinimi bu sene seçerek tanıdıklarımdan aldım. Balıkçı esnafı dürüst, kibar ve onlardan güvenle taze balık alabiliyorsunuz. Çandarlı Kalesi bölge tarihinin arması gibi yarım adada boy gösteriyor. Sokak aralarında bulunan tarihi yapılar, görülmeye ve fotoğraflanmaya değer...
DÜNYA SU GÜNÜDÜNYA SU GÜNÜMAHMUT ESKİYÖRÜK: BİTEN SUYUN KUTLAMASI OLMAZ Tire Süt Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük, 22 Mart’ın her yıl Dünya Su Günü olarak kutlandığını belirterek “Bir an önce eyleme geçilmezse yakın gelecekte sudan bahsedemeyecek duruma geleceğiz. Su olmazsa; ot olmaz, ot olmazsa et ve süt yani temel gıdamız olmaz. Su biterse tarım, tarım biterse hayat biter” dedi. OVA CAN ÇEKİŞİYOR Küçük Menderes Havzası’nda yeraltı sularının bitme noktasına geldiğine vurgu yapan Eskiyörük; “Artezyen kuyularımızın bir çoğu kurudu. Süt hayvancılığının merkezi olan bölgemizde kaba yem üretimi büyük oranda azaldı, üreticiler tarımsal faaliyetleri bırakma noktasına geldi. Bir çok işletme, ilkbahar aylarından itibaren hayvanların içme suyunu tankerlerle su getirterek karşılamaya çalışıyor” dedi. YARIN ÇOK GEÇ OLACAK Eskiyörük “Üç tarafı dağlarla çevrili ovamızda, yağmurun bir damlasını bile denize gönderemeyiz. Göletler yaparak yağmur sularını, yeraltı kaynaklarını besleyecek şekilde hapsetmeliyiz. Çocukluğumuzda yüzdüğümüz, balık yakaladığımız bu nehir, şu an görenin midesini bulandıracak kadar atıkların salındığı dere haline geldi. Bırakın yeraltı sularını beslemeyi tam aksine çevre kirliliği yaratır duruma gelmiş. Öncelikle çevresel temizlik çalışmaları başlatılmalı. Nehir yatakları temizlenerek yeraltı sularını besleyecek şekilde ıslahı sağlanmalı" diye konuştu.
FİDAN SATIŞI PATLADIFİDAN SATIŞI PATLADIFidan Üreticileri Alt Birliği Başkanı Hurşit Nallı: "Meyve fidanı satışı pandemiyle patladı." n Geçen yılın Ağustos-Eylül döneminde “yurt dışı kapılar açılmaz ve ürünlerimiz elde kalırsa” diye hayli endişeli günler yaşayan fidancılık sektörü, tahminlerin çok üzerinde bir taleple karşılaştı. Hem yurt içinde hem de yurt dışında. Pandemi sürecinde sağlıklı ve dengeli beslenmenin önemi daha da artınca, insanlar meyve tüketimine ağırlık vermeye başladı. Bağışıklık sistemini güçlendirmek adına… Türkiye’deki fidan üreticilerin başkanı Hurşit Nallı, “Herkesin meyve tüketmesi lazım. Bu pandemi süreci topluma bunu öğretti” deyip ekliyor: “Sadece kendi tüketimi için 3 tane, 5 tane fidan dikmek isteyenlerin talebi gerçekten çok arttı. Sağlıklı beslenmenin temel unsurlarından biri meyve tüketimi olduğundan, imkanı olanlar yiyeceği bu ürünleri kendi yetiştiriyor. Belki önümüzdeki yıl dikim alanlarında yüzde 50 artış olacak. 50 milyonluk fidan üretiminin 75 milyon sınırına ulaşacağını tahmin ediyoruz.” Adını fazla duymasanız da, Türkiye’nin geleceği için stratejik önem taşıyan kuruluşlardan bir tanesi Fidan Üreticileri Alt Birliği. Kısa adı FÜAB… Alt Birlik denmesi, Türkiye Tohumcular Birliği’nin çatı örgütü altında yer almasından kaynaklanıyor. Yoksa onların üstünde bir fidan birliği yok ülkede. 2008 yılında, kamu kuruluşu niteliğinde başlamışlar işe. O tarihten bu yana da Türkiye’nin fidan üretimi ve çeşitliliğini artırabilmek için çabalıyorlar. FÜAB’ın kurucuları arasında, daha önce bu sayfalarda yer verdiğimiz Bademli Fidancılık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi de var. Türkiye’deki pek çok ilk gibi, Fidan Üreticileri Birliği’nin ilk örgütlenme çalışmalarını yapan yer de burası, yani İzmir… Birliğin Başkanı Hurşit Nallı, aynı zamanda Türkiye Tohumcular Birliği’nin yönetim kurulu üyesi. Kendisiyle özellikle pandemi döneminde patlayan meyve fidanı talebini, Türkiye’nin ihracat potansiyelini, üretimdeki sorunları ve çıkış yollarını konuştuk.
ÇOLAKOĞLU AİLESİÇOLAKOĞLU AİLESİÇolakoğlu soyadı üç yüzyılda dokundu Yeni okurlarımız için tekrarlanan kent tarihine adını yazdırmış köklü ailelerin tanıtıldığı dizimize Çolakoğlu ailesi ile devam ediyoruz. Ocak 2006'da yayınlanan bu bölümü Deniz Çaba hazırlamıştı. Çolakoğlu denince en çok Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) ve Kemal Bey gelir akla. Ardından da Türkiye’nin sanayi ve ticari hayatında söz sahibi bir aile... Koç ve Sabancı gibi grupların arasında anılırlar. İnşaat demiri, tel ve çivi, konteynır ihracatı, yani pek çok alanda devleşmişlerdir. Kırım-İnebolu-Batum ve İzmir hattında tarihin üç yüz yılı boşuna devrilmemiştir. Hepsi işte bugünler içindir. Aile soyağacı bu yüzden özenle tutulur. Hamdi Çolakoğlu da 1970’lerin başında, kendi anlatımına göre 60 yaşına bastığında, aruz vezniyle bir Çolakoğlu kasidesi yazar: “Şöyle liste edelim eksik kalmasın bari / Cümleye hayır versin cenabı müteal bari / Hac› Salih dedemiz Züleyha hac› nine / Ruhlar› şad olacak bizi toplu bilince” der ve devam eder. Beş sayfa süren kaside, koca bir aile tarihidir: “Onlardan hasıl olan dört erkek, bir kız ile / Biz bu kadar çoğaldık, bin türlü şart içinde / Babam Hacı Mehmet’in küçüğü Fatma hala / Ondan sonra Rüştü bey ve Salih Sabri amca / Nuri Bey amcamız da en küçük kardeşleri / şükür bereketlice hepsinin nesilleri / Başta ağabey Refik Bey ondan sonra Münibe / Arkasından Bedriye ile fakir Hamdi geldi.”
İZMİR HAMAMLARIİZMİR HAMAMLARIİzmir hamamları İzmir hamamlarının tarihi bir hayli eskidir, Agora kazılarında Doç. Dr. Akın Ersoy ve ekibinin Agora’da ortaya çıkardığı Roma Hamamı buna örnek gösterilebilir. Anadolu’dan ve dünyanın çeşitli ülkelerinden uzun bir yolculukla İzmir’e mal taşıyan kervanların mola verdiği, yükünü boşattığı hanlar çevresinde ve cami külliyelerinde inşa edilen hamamların sayısı azımsanmayacak kadar fazladır. Basmane Hamamı, Kıllıoğlu Hacı İbrahim Efendi Hamamı, Namazgah Hamamı, Karakadı Hamamı, Tevfik Paşa Hamamı, Yeni Şark Hamamı (Saçmacı) İstanköy Hamamı, Yeşildirek Hamamı, Salepçioğlu Hamamı, Çivici Hamamı, Çukur Hamam ve diğerleri kentin hamam zenginliğine zenginlik katan önemli kültür varlıklarımızdır… Yerli ahali dışında şehri ziyaret eden yabancıların temizlenme ihtiyacını karşılayan hamamların birçoğu da çeşitli nedenlerle günümüze ulaşamadı… Halk kültüründe, derin izler bırakmış temizlik yapılarında gerçekleştirilen asker, damat, loğusa, sünnet, sebil hamamları ve eğlenceleri, yeme içme ritüelleri bazı hamamlarda devam ettirilse de genç kuşaklar ılıklık, soyunmalık, halvet, külhan cehennemlik, tıraşlık, göbek taşı, tellak, natır ve peştamalcının ne anlama geldiğini bilmiyor… Hamam müzeleri temizlik ve hijyen kültürünü gelecek kuşaklara anlatması açısından önemli. İhtisasını hamamlar üzerine yapmış eski İzmir Vakıflar Bölge Müdürü’ne hamam müzesi önerisinde bulunmuştum. İzmir’de bir hamam müzesi kuruyoruz dense sanırım sandıklardan çok önemli tekstil ürünleri ve objeleri çıkar. Hamamlar da kullanılan havlu, tas, kurna, nalın, peşkir, peştamal, hamam bohçası, lif, kese, lenger gibi benzeri objeleri artık hamam müzelerinde yerini almaya başladı… Tahmini olarak 17. yüzyıla tarihlenen, Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde adı geçen dikdörtgen planlı, kadınlar - erkekler bölümü bulunan, Namazgâh Hamamı İzmir Büyükşehir belediyesince projelendirilip onarıldı. İzmir hamamları üzerine hamam işletmecisi Ali Bayrak ile konuştum.
İZMİR'DE İLK PİLOTLARİZMİRİzmir’de ilk tayyareler ve pilotlar İzmir- Seydiköy ve Güzelyalı Tayyare Bölükleri Çanakkale Zaferi’nden sonra Türk sahilleri düşman güçler tarafından abluka altına alınmıştı. Ege Denizi’nde ve İzmir bölgesinde düşman faaliyetlerinin artması üzerine İzmir’de, Eylül 1916 yılında, 5. Deniz Tayyare Bölüğü kurulmuştu. Bölüğün görevi; Batı Anadolu sahillerini ve Ege adalarını gözetleme ve kontrol, düşman deniz kuvvetlerinin ve mayın dökülmesi ihtimali olan bölgelerin sürekli takip edilmesi olarak planlanmıştı. Bölüğün yeri Seydiköy-İzmir idi. Güzelyalı'da bir de Deniz Tayyare Bölüğü oluşturulmuştu. 7 Eylül 1916’da Alman malı Gotha WD2 deniz uçakları İstanbul’dan uçarak İzmir’e gelmişlerdi. Bölükte Alman malı 4 Gotha ve 1 de silahlı Albatros Av tayyaresi bulunuyordu. 1916 yılında bölükte ayda ortalama 4 faal uçak görev yapmıştı. Gotha uçakları sık sık arızalandıklarından sınırlı şekilde faydalanılmıştı. 1916 yılında Beşinci Ordu Tayyare Kıtaat Komutanı Binbaşı Schueler von Kreiken idi. Bölük Komutanlığı görevini Şubat-Mayıs aylarında Pilot Yüzbaşı Hasan Tahsin, Haziran-Aralık ayları arasında da Pilot Mülazım Evvel Faller yürütmüştü. Bölüğün mevcudu 4 pilot, 5 rasıt (gözetmen), 3 yer destek personeli, 5 bakımcı personel ile 170 er olarak teşkilatlanmıştı. İzmir’deki 5’inci Tayyare Bölük Komutanı tarafından 11 Mayıs 1916 tarihinde Dördüncü Kolordu Komutanlığına başarısızlık eleştirilerine karşılık resmi bir yazı gönderilmişti. “Çanakkale Harbi’nde vazifesini ifa etmiş bulunan tayyareci zabitan, İzmir’de kendisinden beklenen hizmeti ifa etmiyorsa, bunun sebebini zabitanın vukufsuzluğunda değil, sevk ve idaresine mecbur bulundukları tayyarelerin iyilik ve fenalığında aramak gereklidir. Bugün iyi uçmak ve yahut dolayısıyla iyi iş görebilmek için Alman veya Türk olmaktan ziyade iyi bir tayyareye sahip olmak kafidir. Havada kanadı yırtılan, durduğu yerde pervanesi çatlayan ve eğrilen tayyarelerden daha ziyade hizmet beklemek mümkün değildir. Her tayyare motorunun 30-40 saat çalıştıktan sonra muayene, bakım ve temizliği icap ederken bizim tayyarelerimizin 4-5 saat muntazaman çalıştığı her türlü itinaya rağmen görülmemiştir”
SOCAR MARINESOCAR MARINESOCAR MARINE, 2020 yılında da pazar lideri 2013 yılından beri faaliyet gösteren SOCAR MARINE, 2020’de 650 bin tona ulaşan satış hacmiyle uluslararası denizcilik yakıtlarında yine sektör lideri oldu. 2013 yılından beri faaliyet gösteren SOCAR MARINE, Türk boğazlarından transit geçen ve Türkiye limanlarına yük operasyonları yaparak yurtdışına çıkış yapan gemilerin yakıt ihtiyaçlarına yanıt veriyor. Sektörün en genç oyuncularından olan SOCAR MARINE’in üstün ürün ve hizmet kalitesiyle uluslararası denizcilik yakıtı alanında liderliği yakaladığını söyleyen SOCAR Türkiye Rafineri ve Petrokimya İş Birimi Ticaret Başkan Yardımcısı Agshin Salimov, “Hizmet anlayışımızın odak noktasında müşterilerimizin ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılamak yatıyor. Bugün Türkiye’nin Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinin tamamındaki fiziksel ikmallerimiz yanı sıra Cebelitarık’tan Singapur’a, Rotterdam’dan Güney Afrika’ya kadar tüm uluslararası limanlarda gerçekleştirdiğimiz ikmallerimiz ile SOCAR MARINE markasının uluslararası arenadaki varlığını her geçen gün daha yüksek seviyelere taşıyoruz” dedi. Uluslararası pazarlarda ve Türkiye’de denizcilik ve enerji sektöründe her zaman kaliteli hizmet vermeyi hedefleyen SOCAR MARINE’e, liderliğe giden yolda SOCAR Türkiye’nin hayata geçirdiği dev projeler büyük sinerji sağladı. 2018 yılında devreye giren uluslararası çaptaki enerji projeleri TANAP ve STAR Rafineri’nin yanı sıra Petkim ve SOCAR Depolama’nın sahip olduğu limanlar ile SOCAR Terminal’deki gemilere hizmet veren ve dünyanın önde gelen enerji şirketlerinden bir olan SOCAR, denizcilik alanında da Türkiye’nin en önemli şirketleri arasında yer alıyor.
470'TE OLİMPİYATLARDAYIZ470470'te Olimpiyat Oyunları’ndayız Vilamoura – Portekiz’de düzenlenen 470 Dünya Şampiyonası’nda Olimpik Milli Sporcularımız Beste Kaynakçı ve Okyanus Arıkan elde ettiği dereceyle 470 Kadınlar sınıfında Tokyo Olimpiyat Oyunları’na katılma hakkını elde etti. Elde edilen kotayla ülkemiz tarihinde ilk defa 470 Kadınlar sınıfında Olimpiyat Oyunları’nda mücadele edecek. 27 Ekibin mücadele ettiği 470 Kadınlar sınıfında Olimpik Milli Sporcularımız Beste Kaynakçı ve Okyanus Arıkan (ARM Urla Yelken Gençlik ve Spor Kulübü) şampiyonada gerçekleştirilen yarışları 22.sırada tamamlayarak kota almaya hak kazandı. Şampiyonada Ceyla Yurtseven - Simay Aslan (Fenerbahçe Doğuş Yelken) 26. sırada ve Deniz Saltık - Lalin Taşa (Fenerbahçe Doğuş Yelken) 27. sırada yer aldı. 470 Erkekler sınıfında ise 29 ekip arasından Deniz Çınar - Ateş Çınar (Fenerbahçe Doğuş Yelken) 12. oldu.
AYVALIK AYAZMASIAYVALIK AYAZMASIPanagia Phaneromeni, Ayvalık Ayazması Panagia, Ortodokslarca Meryem Ana’ya verilen isim. Bizans ve Ortodoks ikonografisinde kiliselerdeki Meryem betimlerine ve ikonalarına da Panagia denilir. Phaneromeni ise canlanan, yeniden ortaya çıkan, görünen anlamındadır. Yani Meryem Ana’nın bir sıfatıdır. İsminden de anlaşılacağı üzere bu yapı, Meryem Ana için yapılmış... Yolunuz düşerse mutlaka gidin, hem binanın içinde hem de bahçesinde musluklardan akan buz gibi suyundan için, yüzünüzü yıkayın. Rivayet odur ki, yüzünü yıkayanlar günahlarından arınırmış.
ROTA ÇAMLIÇAYROTA ÇAMLIÇAYÇamlıçay deresi boyunca baharın tüm tazeliği yeşilin parlaklığı zaman zaman çıkan güneş ile coşuyordu. Güzelbahçe, İzmir Merkezi'ne 24 kilometre uzaklıkta, doğuda Narlıdere Yağçayı Deresi, batıda Çamlıçay Deresi ile Zeytinalanı ve Bademler, güneyde Gölcük ve Gödence, güneydoğusunda Karabağlar ilçeleri ile komşudur. Yürüyüş öncesi köy meydanındaki kahvede birer bardak çayımızı içip yemyeşil tarlaların, zeytinliklerin arasından Çamlıçay deresinin yanından geçip orman içi patikalardan incecik izleri takip ederek yükselmeye başladık. Küçükkaya, Kavacık, Payamlı, Efem çukuru köylerinin göründüğü, Gödence köyüne doğru giden orman yoluna ulaştık. Burada kahve ve meyve molası vererek nefis manzara eşliğinde kısa bir parkur değerlendirmesi yaptık. Bu arada Çamlı köyünde köylülerin beslediği kocaman sevimli dostumuzda bizimle geldi, çok uğraştık geri döndürmek için ancak bizimle olmaktan çok mutluydu, neşeli koşturmalar, gelip ayaklarımıza dolanmalarını gördüğümüzde ve sonrasında yürüyüşü aynı noktada bitireceğimizi düşünerek bize eşlik etmesine izin verdik. Yürüyüşlerde sıkça karşılaştığımız bir sorundur bu, köpekler bizlerle birlikte gelir, yolda çobanların köpekleri tarafından saldırıya uğrar ya da yürüyüş grupları aynı noktaya dönmediğinden köpekler kaybolur. Bu konuda yanlış bir inançta "Köpek nasıl olsa döner" diye düşünülmesidir. Bu sevimli dostumuzu gözeterek parkur değerlendirmemizi onun da geçebileceği ve bizimle yeniden yaşam alanına döneceği şekilde yeniledik ve yürüyüşe geçtik.
EUGENE IONESCOEUGENE IONESCOEugène Ionesco: "Konuşmak anlamsızdır, susmak daha da anlamsızdır" Ionesco’yu 20’li yaşlarda Ferhan Şensoy’dan ilk kez duydum… Türk tiyatrosunun evrimleşmesi için gerekli olan alt yapı halk tiyatrosunun bizatihi kendisinde bulunmaktadır. Tanzimat Döneminde Batılı tiyatro anlayışını merkeze alan yazılı Türk tiyatrosu geleneği, bir yandan geleneksel olan, doğulu halk beğenisini reddederken, bir yandan halk sanatının evrilmesinin ve giderek çağdaş bir forma dönüşmesinin engellenmesine sebep olmuştur. Oysa yirminci yüzyılda Batı tiyatrosunun ülkemizde de en büyük sanatçıları olarak kabul gören Bertolt Brecht, Eugene Ionesco, Dario Fo gibi tiyatro adamları sanatsal anlayışlarını, aynı evrimleştirme üzerine kurup başarıyı yakalayabilmişlerdir. Ferhan Şensoy’un oynadığı ve daha sonra Ferhangi Şeyler’de gönderme yaptığı hikaye “Kel Şarkıcı”dır. 1952 yılında Ionesco tarafından yayımlanan Kel Şarkıcı, Noctambules Tiyatrosu’nda aldığı aşırı tepkilerden dolayı ancak 25 kez oynanır. Yalnızca Renée Saurel ve Jacques Lemarchand gibi eleştirmenlerin savunduğu oyun, uzun süre sahne görmez. Ancak birkaç yıl geçmeden oyunun yazgısı tümüyle değişir. Ionesco’nun birinci dönem oyunlarından olan Kel Şarkıcı, 1957’den beri Le Théâtre de la Huchette’de Quartier Latin’de küçücük bir tiyatroda sahnelenmektedir. Artık türünün bir klasiği olan oyun, Paris’i ziyaret eden turist ve halkın beğenisine sunulmuştur. Nicolas Bataille oyunun hâlâ gösterimde olmasını oyun kişilerinin ve oyuncuların yaş sorununun olmayışına bağlamaktadır. Paris ziyaretlerimizin birinde 64 yıldır aralıksız oynanmakta bu oyunu izleyen şanslı “turistlerden” biriydik. Varlığını sürdürmesine hizmet etmek amacıyla, uzun yıllar daha sahne alacak gibi görünüyor.
RENE MAGRİTTE RESİMLERİNDE GÖRSEL DİLRENE MAGRİTTE RESİMLERİNDE GÖRSEL DİLRené Magritte’in resimlerinde görsel dil Sanatçının içsel dünyasından, bilinçdışının derinliklerinden gelen yankılanışlardan sanatçının kurduğu ilişki rastlantısal değildir. Küçük bir çocuğun herhangi bir nesne aracılığıyla mekânda oluşturduğu en yalın ilk izden tutun da, insan varlığının söylediği her söz, gerçekleştirdiği her jest, her renk ve çizgide o sanatçının kişiliğinin bir damgası vardır. Psikologlara göre birey evrenini, kendi varoluş biçimine temellendirerek oluşturur. Her algı, her eylem, her sözel ya da jeste değin ifade, kişiliğin derin izlerini taşır. René Magritte’in çocukluğunda yaşadığı garip şeyler, arkadaşlarıyla olan maceraları, evlerinin üstüne düşen esir taşıyan balon gibi tuhaf durumlar, genç yaşlarda kaybettiği ailesi ve özellikle annesinin intihar etmesi ve ölüm anındaki görüntüsü sonraki yıllarda resimlerindeki imgelere yansıyacaktır. Hiç kuşkusuz René Magritte hayatı boyunca yaptığı resimlerde yarattığı imgelerle gerçeklik kavramına yeni bir bakış açısı getirdi. İmgelerle dolu resimlerinde nesnelerin farklı anlamlarını keşfetmemizi sağladı, gizemli figürleriyle izleyenin düş dünyasını zenginleştirdi. Ölüm, cinsellik, cinsel içerikli figürler, yarım kalan figürler, boş evler ve olağandışı yerler imgelerle zenginleştirdiği resimlerinde yer alır. Magritte, Belçika'nın Hainaut Bölgesi'ndeki Lessines şehrinde, 1898’de dünyaya geldi. 1910 yılında çizim dersleri almaya başladı. 1912'de annesi Sambre Nehri’ne atlayarak intihar etti. Magritte, annesinin sudan çıkartılışına şahit oldu. Annesinin cesedinin suyun üzerinde yüzüşünün, elbisesinin kafasını örtmesinin, ressamın 1927-1928 yıllarında çizdiği Les Amants serisine ilham kaynağı olduğu söylendi. Fakat Magritte bu açıklamadan hiç hoşlanmadı. 1918’e kadar iki sene boyunca Brüksel’deki Académie Royale des Beaux-Arts’a devam etti. Brüksel’deki Galerie la Centaure ile tam zamanlı olarak çizim yapmasına olanak sağlayan bir anlaşma imzaladığı 1926 yılına kadar, önce bir duvar kâğıdı fabrikasında çalıştı. Daha sonra afiş ve reklam tasarımcılığı yaptı. 1926’da ilk gerçeküstücü resmi olan Kayıp Jokey'i (Le Jockey Perdu) çizdi. 1927’de ise ilk sergisini Brüksel’de açtı. Bu sergide aldığı eleştirileri kaldıramayan Magritte, başarısızlığın getirdiği depresyon sebebiyle Paris’e taşındı. Paris’te Andre Breton ile arkadaş oldu ve gerçeküstücülerin arasına girdi. Kariyerinin ilk zamanlarında, sürrealistlerin hamisi olan Edward James, ressamı evinde kira ödemeden kalması ve resim yapması için destekledi. The Pleasure Principle ve La Reproduction Interdite gibi resimleri New York’ta 1936 yılında sergilendi. Aynı şehirde daha sonraki yıllarda, 1965’te Modern Sanat Müzesi’nde, 1992’de ise Metropolitan Museum of Art’ta iki sergisi oldu. Magritte’in çalışmalarına olan ilgi 1960’larda arttı ve resimleri pop, minimalist ve kavramsal sanata ilham kaynağı oldu. 2005’te oluşturulan En Büyük Belçikalılar (De Grootste Belg) listesinin Valonya versiyonuna dokuzuncu, Flaman versiyonuna ise on sekizinci sıradan girdi.
M. CEM MİMANM. CEM MİMANProf. Dr. Murat Cem Miman: “Öyküdeki yalanlar, yazarı özgür kılıyor” “Tıp fakültesinden her şey çıkar, arada bir de doktor çıkar” derler. Eğitimi uzun yıllar alan ve akademik anlamda sonu olmayan doktorluk, özellikle sanatta çokça gösterir kendini. Sanat, ruhen de fikren de mesaisi yoğun doktorlara, kendilerini başka alanda ifade etme ivmesi verir. Prof. Dr. Murat Cem Miman’da olduğu gibi… Neredeyse otuz yıllık hekim, kulak burun boğaz uzmanı Miman; fotoğraf, sinema, felsefe ve edebiyata yönelip eğitimler gören, edebiyata yoğunlaşan bir yazar. İlk öykü kitabı “İpek Ayna”, Meşe Kitaplığı’ndan çıkalı birkaç ay oldu. Denemelerinden oluşan “Sabahları İşe Yürüyerek Giderim”, Miman’ın ilk kitabıydı; artık yoluna kurmacayla devam ediyor. Şu aralar iş dışındaki enerjisini yazdığı romana veren Miman, “Denemelerde gözlemlerimi yazdığım insanların, öykülerle evlerine girdim” diyor.