NISAN2018 Prof. Dr. Levent Kırılmaz
Yaşamdaki Vazifemiz
Stewart, minik bir kasabada fakir bir iş adamıydı. Çocukluğundan beri bütün hayali dünyayı dolaşmaktı ama art arda gelen olaylar yüzünden kasabasını terk edememiş, sonunda babasının pek te parlak olmayan işini devralmak zorunda kalmıştı. Sevdiği bir karısı ve çocukları vardı. Ama işler iyi gitmiyordu, borçlar birikmişti. Dayanacak gücü kalmamıştı. Karlı bir gecede arabasına binip, kasabanın ilerisindeki nehrin kıyısındaki bara gidip iyice sarhoş olana kadar içtikten sonra kendini köprünün üzerinden atıvermişti. Stewart suya düşerken, karanlık göklerden gelen bir konuşma duyuldu. Tanrı ikinci sınıf meleklerinden birine görev verdi: Eğer bu ümitsiz adama yeniden yaşama isteği vermeyi başarırsan ben de sana çok istediğin o iki kanadı verir, seni birinci sınıf melek yaparım. Ve yeryüzüne tonton, yaşlı bir adam kılığında başarısız bir melek düştü. O güne kadar kendisine verilen görevleri doğru, dürüst yerine getiremeyen bir melekti bu, görevi ise çok zordu, o adama hayatı yeniden sevdirecek ve onu intihardan vazgeçirecekti. Onu kendini sulara atmadan önce son içkisini içtiği bara götürdü ama orası şimdi çok değişikti. Serserilerin toplandığı batakhane olmuştu, kimse Stewart’ı tanımıyordu. Stewart kasabaya dönmüştü ama orada da eski dostları onu tanımamış, anlamsız gözlerle ona bakıyorlardı. Kasaba bakımsız ve çirkindi, karanlıktı. Eski sınıf arkadaşı kötü yola düşmüştü. Karısı ise bir kütüphanede çalışan zavallı yaşlı bir kızdı. O sulara atlamadan önce ünlü bir adam olarak dünyayı dolaşan erkek kardeşinin ise kilisenin bahçesinde mezarı bulunuyordu. Stewart, suya düşmesiyle çıkması arasında geçen bu kadar kısa sürede her şeyin nasıl bu kadar değişebilmiş olduğunu anlayamadan “ikinci sınıf melek” yanına yaklaştı. Ona anlatmaya başladı. Sen hayatına son vermek istedin ya, ben daha iyisini yaptım, sen hiç bu dünyaya gelmemiş gibi oldun. Sen olmamış olsaydın neler olacaktı gör… Sen dokuz yaşındayken kardeşin kör bir kuyuya düşmüştü ve sen onu kurtarmıştın. Ama sen hiç doğmayınca onu kimse kurtaramadı ve o daha çocukken öldü. Sınıf arkadaşın bir gün çok parasız kalmıştı, para bulabileceği hiçbir kimse yoktu ve sen ona borç vermiştin. Ama sen olmayınca o gece kötü yola düştü. Sen babanın yerini aldıktan sonra insanlardan para toplayıp kooperatifler kurmuştun, binalar yapmıştın, kasaba gelişmişti. Sen hiç olmadığın için o kooperatif kurulmadı, o binalar da yapılmadı, kasaba bakımsız kaldı. O inşaatlarda çalışıp para kazanan birçok insan da para kazanamayınca serseri oldular. Stewart, o yaşlı ve tonton “ikinci sınıf” melek sayesinde farkında olmadan ne kadar çok insanın hayatına dokunduğunu, onların hayatlarını varlığıyla değiştirdiğini, en sıradan insanın bile bu hayatta tahmin edemeyeceği ölçüde önemi olduğunu gördü. Bu gerçekleri görünce de, kendisine o kadar anlamsız ve değersiz gözüken hayatının aslında birçok insan için ne kadar değerli olduğunu anladı ve intihardan vazgeçti. “Bu Muhteşem Bir Hayat” filminin bu hikâyesinde olduğu gibi, hayatın birbirine değen insanlarla döndüğünü, aradan bir tek insanı bile çıkardığınızda hayatın dönüşünün etkilendiğini, birçok olayın farklılaştığını, herkesin bu dünyada, sandığından daha büyük bir rolü, değeri ve vazifesi olduğunu anlıyoruz. Değersiz, işlevsiz kimse yoktur. ***** Hayatı yaşamaya değer kılan husus, hepimizin bu yaşamdaki vazifelerimizi yerine getirme arzusudur. Dünyaya bir vazife için gelinir. Bu tamamen insan olarak insanlığa karşı olan bir vazifedir ve o temel bir iştir. Bütün eylem ve hareketlerin amacı vazifelerin yerine getirilmesidir. İnsanın hayatı boyunca en önemli ödevi, kendi içsel güçlerinin ve iç potansiyelinin gelişmesine, ortaya çıkmasına, kısaca içsel doğumuna gayret etmektir. Bu çalışmanın sonucu ve mükâfatı ise, kendi gerçek kişiliğini elde etmesidir. Bir kişinin elindeki bu potansiyel güçleri ne dereceye kadar gerçekleştirdiği ve ne kadarını kullanıma sunduğu, yani ödevini ne kadar başardığı, objektif bir değerlendirme ile hemen ortaya çıkar. Kendini gerçekleştirmekte başarısız kalan biri, tıpkı ödevini yapmamış bir öğrenci gibidir. Ve onu “ tembel” ya da “başarısız” olarak nitelendirmek mümkündür. O kişinin bir sürü zorluklarla mücadele etmek zorunda kalması ya da onunla birlikte diğer kişilerin ve herkesin de ödevini yapmamış olması gibi bahaneler ve mazeretler bu gerçeği değiştirmez. Çünkü insanın bir tek var olma nedeni vardır, o da kendini ve potansiyel güçlerini geliştirmesidir. Kişiyi saran olumsuz koşulları görmek ya da anlamak, belki bizde acı veya üzüntü duygularının canlanmasına yol açabilir. Ama bu, o kişinin ödevini yapmamasını haklı göstermez. İlk önce bilinmesi gereken şey şudur: önce kendimizdeki sonra çevremizdeki pozitif düşüncenin ve enerjinin artması için her ne olursa olsun sözle, örnek olarak, anlatarak, hareketlerimizle, yazıyla vb insanlara sevgiyi öğretmeyi bir vazife edinmek gerekir. Herkesin her an en kolay, en iyi ve en verimli olarak yapabileceği şey budur. Kendine, çocuğuna, çevresine kısaca her şeye karşı pozitif değerlerle düşünmek ve pozitif düşünce aktarmak, tahammüllü olmak, sabırlı olmak, muhakkak iyiliğe doğru çalışmaktır. Öfkelenmek, sinirlenmek, kırıp dökmek, kurulmuş olanı bozmak doğru değildir. İnşa edilmiş olanı yıkmak çok kolaydır. Ama inşa etmek çok zordur. Mümkün olduğu kadar her şeyi pozitif değerlerle kurtarmanın yoluna bakmak gerekir. Yaşamın en güzel vazifelerinden biri de budur. Bu kendi özümüzden, kendi vicdanımızdan bize gelen, bize ait bir şeydir. Bir defa bunun hazzını aldık mı her vicdani hareketimizde biraz daha mutlu oluruz. Mutluluğu illa paradan, giysilerden, yiyeceklerden almanın bir anlamı yoktur. Bunlar geçici şeylerdir. Sürekli ve kalıcı bir mutluluk, bir sevinç aranıyorsa yapılacak en güzel şey, her ne olursa olsun pozitif bir işlemi sürdürmeye çalışmayı kendimize vazife edinmeliyiz. Kaynak: Levent Kırılmaz, Yaşama Sanatı, Ege Üniversitesi Yayınları, 2017.