AGUSTOS2018 Prof. Dr. Levent Kırılmaz
Yaşama sanatımızı gerçekleştirmenin yolları
Yaşam hikâyenizi yazarken sözünüzde kusursuz olun, hiçbir şeyi kişisel olarak almayın, varsayımlarda bulunmayın, daima elinizden gelenin en iyisini yapın, şüpheci olun ama dinlemeyi de bilin, kimseyi gereksiz yargılamayın. Hikâyenizi yaratırken sözün gücünü asla kendinize karşı kullanmayın. Söz sizin gücünüzdür, çünkü hayali dünyanızı yaratmak için sözü kullanırsınız. Konuştuğunuz her defasında düşünceniz sese ve söze dönüşür ve diğer insanların zihnine girer. Eğer onların zihinleri bu tür tohum için verimli bir topraksa onu kabul ederler ve artık o düşünce onların da içinde yaşar. Söz göremeyeceğiniz bir kuvvettir ama sözün ifadesini görebilirsiniz ki o kendi yaşamınızdır. Kelimeler bir insanı hem yaralayacak hem de iyileştirebilecek güce sahiptir. Hatta doğru ve ince olabilenleri, dünyayı bile değiştirebilir. Sözü nasıl kullandığınızı ölçmenin yolu duygusal tepkinizdir. Sözü kusursuz biçimde kullandığınızda kendinizi iyi hissedersiniz, sevgi duyarsınız. Sözü kendi aleyhinize kullandığınız zaman ise kıskançlık, öfke, üzüntü duyup ıstırap çekersiniz. Her türlü ıstırap sözü kötüye kullanmanın sonucudur. Her şeyi kişisel olarak aldığınızda tepki gösterir ve incindiğinizi hissedersiniz ve bu duygusal zehir yaratır. O zaman intikam almak ister ve sözü başka insanlara karşı kullanırsınız. Hiçbir şeyi kişisel olarak almazsanız bu size anlayış berraklığı verir ve sizi kendi hikâyelerini göremeyen diğer kişilerin bir adım önüne koyar. Birisi bize bir şey söylüyorsa veya yapıyorsa, bu aslında bizimle veya bizim kim olduğumuzdan değil, tamamen yapan kişinin içsel durumuyla alakalıdır. Varsayımlarda bulunmamak, sizi kişisel özgürlüğe doğru götürür. Biz varsayımlarda bulunduğumuzda bize anlatılan hikâyeye inanır ve gerçeğe ışık tutabilecek soruları sormayız. Farkında olmak gerçeğin ne olduğunu görmektir, inandığımız şeyi haklı çıkarmak için değil, olduğu gibi görmektir. Farkındalıkta ustalaşıncaya dek farkındalığı uygulamanız gerekir. Ustalaştığınızda, onu alışkanlık haline getirdiğinizde yaşamı daima görmek istediğiniz gibi değil olduğu gibi görürsünüz. Artık her şeyi söze dökmeye, her şeyi kendinize açıklamaya çalışmazsınız ve bu da varsayımlarda bulunmanızı önler. Elinizden gelenin en iyisini yaptığınızda üretken olursunuz ki bu da eyleme geçmeniz anlamına gelir ve yapmayı sevdiğiniz şeyi yaparsınız. Çünkü sizi mutlu eden şey eylemdir. Siz onu yapmak zorunda olduğunuz için değil, istediğiniz için yaparsınız. Elinizden gelenin en iyisini yapmak kendinize ve yaşam kuvvetinize güvenmekle ilgilidir. Bir hedef saptar ve ona erişmeye hiç bağlılık duymadan ama kendinizi yüzde yüz vererek ona doğru ilerlersiniz. Hedefinize erişip erişmeyeceğinizi bilmezsiniz ama hedefe eriştiğinizde bu harika bir şey olur. Ve eğer hedefe erişemezseniz bu da harikadır. Her iki durumda da siz tamamsınızdır, çünkü hareket halindeki sevgi harika bir şeydir. Eyleme geçmek kendinizin bir ifadesidir, ruhun bir ifadesidir ve o sizin yaratımınızdır. Deniz Yıldızı öyküsü bunu çok iyi anlatır. *** Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder gibi hareketler yapan birini görür. Biraz yaklaşınca, bu kişinin sahile vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır ve sorar: Neden deniz yıldızlarını okyanusa atıyorsun? Genç yanıtlar; Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek. Onları suya atmazsam ölecekler diye yanıtlar Yazar ise, kilometrelerce sahil, binlerce denizyıldızı var, ne fark eder ki der. Genç adam bunun üzerine eğilir, yerden bir denizyıldızı daha alır, yazara göstererek okyanusa fırlatır ve şöyle der: Onun için fark etti ama… *** Şüpheci olun, çünkü duyduklarınızın çoğu doğru değil. Şüphecilik duyduklarınızın hepsine inanmamaktır. Siz başkasının sözlerini yargılamak ya da o kimseye yalancı demek zorunda değilsiniz. İnsanlar size gelip hikâyelerini anlatırlar, kendi bakış açılarını, gerçek olduğuna inandıkları şeyleri anlatırlar. Siz bunları doğru veya değil şeklinde yargılamazsınız. Yargınız değil saygınız vardır. Gerçek ya da kurgu, hiç kimsenin hikâyesine inanmak zorunda değilsiniz. Kendi görüşünüzü de ifade etmek zorunda ve hak vermek ya da vermemek durumunda da değilsiniz. Sadece dinleyin. Ama gerçekten dinleyin. Kesmeden, hayal kurmadan, vereceğiniz cevabı düşünmeden, can kulağıyla dinleyin. Dinlemeyi öğrendiğinizde onların sanatına da kendi yarattıkları için saygı gösterirsiniz. Dinlemeyi öğrendiğinizde insanların ne istediklerini tam olarak bilirsiniz. Bir kez ne istediklerini bilince, o bilgiyi nasıl kullanacağınız size kalmıştır. Çoğu zaman o bilgi size lazım değildir. İstemezseniz görmezden gelebilirsiniz. Herhangi bir şey yalnızca öyle duyduğunuz için öyle olmak zorunda değil. Duyduğunuz şeylere ne kadar çok kişi inanıyor olursa olsun körü körüne inanmayın. Dini kitaplarda yazdığı için, deneyimli insanlar söylediği için ya da gelenekleriniz bunu gerektirdiği için inanmayın. Gözlem ve analiz yapın. Düşündüğünüz şeyin sebeplerini araştırın ve olası sonuçlarıyla ilgili çıkarımlarda bulunun. Deneyimleyin ve kendi deneyimlerinizle öğrenin. Hepimiz kendi yolculuğumuzu, kendi seçimlerimizi yapıyoruz. Kendimize ait özellikler taşıyoruz ve hepimizin hayata bakışı, farkındalık durumu kendimize özgüdür. Hayatta bir başkasının yaptıklarının doğru veya yanlış olduğunun değerlendirilmesi tamamen kendi bakış açımızla alakalıdır. Herkesin en doğal hakkıdır, var olmak ve kendi olmak… Kimse bizim kriterlerimize uymak veya bizim gibi olmak zorunda değildir. Çünkü biz sadece kendi yolculuğumuzdan sorumluyuz, kendi yolumuzda ilerliyoruz. Yargılamayı, birbirimizi ayrı görmeyi bırakalım. Birbirimizin seçimlerine, kararlarına saygı gösterelim. Dinleri veya Tanrıya bakışı için insanları değerlendirmeyelim. Yaptıkları hatalar yüzünden insanları silmeyelim. Herkesi olduğu gibi kabul edelim. Bir insanı anlamak, onun her hareketini doğrulamak demek değildir. Bir insanı anlamak, onu koşulları içinde değerlendirmektir. Yoksa hiç kimse bir Hâkim ya da Tanrı gibi, bir diğerini yargılama hakkına sahip değildir. Her yargı kendinize karşı sevgisizliğinizle ilgilidir. Onun yargılanan kişi veya durum ile gerçekten hiçbir ilgisi yoktur. Kendinizi sevin ve kabul edin. O zaman otomatik olarak her şeyi, her varlığı, hiç sorgusuz ve kuşkusuz bir biçimde seveceksiniz. Ne kadar çok yargılarsak o kadar çok yargılanırız, kural budur. Hayat kendinle ilişkinin dıştaki izdüşümüdür. Siz ne yaparsanız size de o yapılır. “Benim hayatımı yargılamadan önce, benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan, dağ ve ovalardan geç. Hüznü, acıyı ve neşeyi tat. Benim geçtiğim senelerden geç, benim takıldığım taşlara takıl. Yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git, benim gittiğim gibi… Ancak ondan sonra beni yargılayabilirsin…” (Mevlana) *** YANKI Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlarmış, birden oğlan takılıp düşmüş. Canı yandığından “Ahhh!” diye bağırmış. İleride bir dağın tepesinden “Ahhh!” diye bir ses duymuş ve çocuk şaşırmış. Merak etmiş ve “Sen kimsin ?” diye bağırmış. Aldığı cevap yine “Sen kimsin ?” olmuş. Aldığı cevaba kızıp “Sen bir korkaksın” diye tekrar bağırmış. Dağdan “Sen bir korkaksın” diye cevap gelmiş. Çocuk babasına dönüp “Baba ne oluyor böyle?” diye sormuş. Babası, “dinle” ve öğren demiş. Ve dağa dönüp “Sana hayranım” diye bağırmış. Gelen cevap “Sana hayranım” olmuş. Baba tekrar bağırmış: “Sen muhteşemsin!”. Gelen cevap “Sen muhteşemsin!” olmuş. Çocuk çok şaşırmış. Ama hala ne olduğunu anlayamamış. Bunun üzerine babası açıklamış: “İnsanlar buna yankı derler. Ama aslında bu yaşamdır. Yaşam sana daima senin verdiklerini geri verir. Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır. Her kesiti için geçerlidir. Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarımızın bir yansımasıdır *** Kaynak: Levent Kırılmaz, Yaşama Sanatı, Ege Üniversitesi Yayınları, 2017