EKIM2017 Avram Ventura
Sorumlu insan...
Bilmiyorum, benim gibi sizin de kulağınıza benzer yakınmalar geliyor mu? -Kimse sorumluluk almak istemiyor, alanlar da bu yükümlülüklerini yeterince yerine getirmiyorlar! Çevremden gözlemliyorum, özellikle özveri gerektiren çalışmalarda, sosyal etkinliklerde üstlendikleri görevin hakkını verenler o denli sınırlı ki… Gönüllü çalışmalarda olsun bir özür bulunmaması gerekirken, bir ücret ya da hizmet karşılığı iş yapanlar, aldıkları sorumlulukları yerine getiriyorlar mı? Kuşkusuz bir genellemeyle bu tür soruları yanıtlayamayız. Yakınmalar, işine önem veren, buna saygı duyan insanların çok az sayıda olmalarından kaynaklanıyor. Oysaki sorumluluk, hem kendimize hem de başkalarına, her alanda yerine getirmemiz gereken yükümlülüklere karşı göstereceğimiz davranış şeklidir. Bir örnekle konuya yaklaşalım: Almanya’da bir fabrikada değişik işlerde çalışan işçilere, bozuk çalışma koşullarından kimin sorumlu olduğu sorulmuş. Ankete verilen yanıtlardan şu sonuçlar çıkmış: İşçilerin %36’sı doğrudan yöneticileri, %33’ü fabrika sahibini, %31’i de birlikte çalıştıkları insanları sorumlu tutmuş. İçlerinden yalnızca biri şöyle bir yanıt vermiş: “Kabahat tümüyle bende ve ayrı ayrı hepimizdedir. Herkes kendi davranışı ve yaptığı işle, yaşadığı çevrenin bireysel havasını yaratır. Bunun sonucunda da işletmenin genel iklimi oluşur.” Bu işçinin verdiği yanıtı, yalnızca bir işletmede değil, her alanda olması gereken bireysel sorumluluğumuzu vurgulaması nedeniyle önemli görüyorum. Zaten o bilinçle çalışıyor olsak, bırakın kimi sorunları yaşamak, daha onlar ortaya çıkmadan çözülebileceğini görmüş oluyoruz. Daha önce da sözünü ettiğimiz gibi, sorumluluk bilinci hayatımızın her alanı ve her aşamasında gereklidir. Bu bilinci çocuk yaşlardan başlayarak edinmek zorundayız. Karakter özelliklerimizin oluşmasında da bu yaklaşımımız kaynaklık etmektedir. Kıyıya vurmuş yıldızları kurtarmak için kendinde bir sorumluluk duyumsayan gencin öyküsü bu konuda oldukça çarpıcıdır. Sorumluluğu yalnız insanla sınırlı tutmuyor, bütün doğayı kapsıyor. Jung'ın da bir öyküsü var: Jung, New Mexica'daki Pueblo Yerlileri'ni görmeye gitmiş. Bakmış her gün güneşin doğması için dinsel bir tören yapıyorlarmış. Şaşırmış doğrusu. Yerlilerden biri ona şöyle demiş: "Biz dünyanın çatısında yaşayan bir halkız; biz Güneş Baba'nın çocuklarıyız ve dinimiz babamızın her gün gökyüzünde dolaşmasını sağlıyor. Bunu yalnızca kendimiz için değil, tüm dünya için yapıyoruz. Eğer biz dinsel görevimizi yerine getirmeyecek olsak, on yıl sonra güneş artık hiç doğmaz. O zaman sonsuza kadar gece olur." Bu sözler karşısında Jung şöyle yazıyor: "Bunun üzerine her bir yerlinin onurunun, dinginliğinin neye dayandığını anladım. Bu onun güneşin oğlu olmasından kaynaklanıyor; yaşının evrenbilimsel bir anlamı var, çünkü babasının ve tüm yaşamın koruyucusunun her gün doğmasına ve batmasına yardım ediyor." Bir insanın inançlarının dürtüsüyle de olsa doğanın geleceğinden bir sorumluluk üstlenmesi oldukça önemlidir. Doğayı, canlı ve cansız varlıklarıyla bir bütün olarak görmemiz gerekiyor. Bu bütünlüğün içinde, dünyanın var oluşuyla birlikte sürüp giden evrensel bir denge var. Sorumluluklarımızı yerine getirmeyerek bir tarafın çıkarına bozulacak bu denge, doğa ve insanlığı yok etmeye götürebilir. Bu konuya yaklaşırken şunu da eklememizin doğru olacağını düşünüyorum: Sorumluluk kimi zaman sesimizi yükseltmeyi gerektiriyor. Suskunluk -olumsuz da olsa- bir sorumluluğu paylaşmaktır! Konuyu uzatmadan kısaca şöyle demek istiyorum: Üstlendiğimiz sorumluluğun bilincinde olmak demek, onun yükümlülüklerini yerine getirmek, öncelikle insan olmaktır!