MART2018 Avram Ventura
KÖTÜLÜĞE KARŞI
Tolstoy’un bir yazısında okumuştum. Eski zamanlarda, insanlar bir ayıyı öldürmek istediklerinde, ağır bir kütüğü bir bal kâsesinin üzerine asarlarmış. Ayı balı yiyebilmek için kütüğü iter, kütük de geri döner ve ayıya çarparmış. Rahatsız olan ayı bu kez kütüğe daha hızlı vururmuş. Kütük daha hızlanmış olarak geri döner ve yine ayıya vururmuş. Bu durum kütük ayıyı öldürünceye dek sürermiş. Ünlü yazar bu örneği verdikten sonra, şöyle diyor: “İnsanlar başkalarından gördükleri kötülüğe, kötülükle karşılık verdiklerinde aynı şekilde davranmış olurlar. İnsanlar ayılardan daha bilge olamazlar mı?” İnsanlığın bu günkü durumunu göz önüne aldığımızda bilgelikten geçtik, kimileri için yalnızca insan olsalar yeterlidir, diyorum. Oysaki kötülüğe kötülükle karşılık vermek, kin beslemek, öç alma duygusunu sürekli kışkırtmak, bağışlamayı bilememek, bizi özlediğimiz insanlık düzeyine taşımaktan uzaklaştırmaktadır. Tüm dinsel ve ahlaksal öğretiler, iyiliğin erdemlerini, kötülüğün insan ve toplum üstündeki olumsuz etkilerini vurgulasa da, üzülerek söylemek gerekir ki, uygarlıktaki hızlı ilerlememize karşın, bu konuda olumlu bir farklılık yaratamadık. Binlerce yıl öncesi ilkel insanlarda var olan kötülük tohumları, kimi yüreklerde hala canlılıklarını korumaktadır. Kutsal kitaplarda yer alan öykülerin, anlatılan söylencelerin benzer kurgularını her gün gazetelerde okuyor, televizyonlarda izliyoruz. Cennet ortamındaki bir yılan, farklı kimliklerle, değişik ortamlarda karşımıza çıkabiliyor. Kabil, Habil’i öldürmeyi sürdürüyor. Pandora’nın Kutusu her gün yeniden açılıp kapanıyor, kötülükler yeryüzüne saçılıyor, içindeki umudu kurtararak avunuyoruz. İçimizi daha çok karartmanın gereği yok! İnsan, her yerde ve her zaman yine aynı insan! Bir Çin atasözü, iyi insanların yaptıklarının farkına varmadan çevrelerine yardım ettiklerini, kötülerin ise bilerek birbirlerinin kuyusunu kazdıklarını söyler. Konu ile ilgili bir Çin öyküsünü aktaralım: Qing Hanedanlığı döneminde Wang Jing adında bir öğrenci varmış. Bir akşam yatak odasında kitap okurken, bir düşmanı gelip karanlıkta açık olan pencereden Wang Jing’e bir bıçak atmış. Wang Jing, bu atılan bıçaktan herhangi bir yara almadan kurtulmuş. Düşmanı, karanlıkta Wang Jing’in kendisini tanımadığını düşünüp hemen oradan kaçmış. Oysaki Wang Jing, evin dışındaki ay ışığı sayesinde düşmanını tanımış, hiç kimseye de bu olaydan söz etmemiş. Aradan otuz yıl geçmiş, Wang Jing yüksek düzeyde bir yönetici olmuş. Bir gün, bıçak atan kişi gelip kendisini kurtarması için ondan yardım etmesini istemiş. Başka bir kişinin suçu onun üzerine atıldığı için büyük bir olasılıkla ölüm cezasına çarpılacakmış. Wang Jing, elinden geleni yaparak adamın kurtulmasını sağlamış. Bunun üzerine adam teşekkür etmek için Wang Jing’e çok değerli hediyeler getirmiş, Wang Jing ise hediyeleri kabul etmemiş ve gülerek adama şöyle demiş: “Eğer 30 yıl önce o akşam attığın bıçak beni öldürseydi, şu anda seni kim kurtarabilirdi? Bundan sonra bir daha sakın kimseye zarar verme!” Adam bunu duyduktan sonra, çok duygulanmış ve ağlayarak Wang Jing’den tekrar tekrar özür dilemiş. Belki hiçbirimiz kötülüğe karşı iyilikle karşılık verecek kadar olgun bir insan ya da bir bilge olmayabiliriz; ama hiç değilse kötülük yapmaktan kaçınarak ilk olumlu adımı atabiliriz. İkinci adım, iyiliği günlük yaşantımız içinde doğal bir davranışımız gibi benimsemek olacaktır. Atacağımız son adım ise kötülüğe karşı iyilikle karşılık verebilmektir. Anlattığı öyküyü anımsattıktan sonra, Tolstoy’un sorusuyla sözlerimizi noktalayalım: “İnsanlar ayılardan daha bilge olamazlar mı?”