TEMMUZ2018 Avram Ventura
Ben, sen ve biz...
Eskiden olduğu gibi, günümüz toplumlarında da sen-ben tartışmaları nedense hiç eksilmez. Eduardo Galeano’nun Ve Günler Yürümeye Başladı kitabını okurken, bir anlatısı ilgimi çekmişti. Yazar, 17 Mart gününde, iki profesörün gözlemlerini aktarır: Karl ve Gudrun Lenkersdorf Almanya’da doğmuşlar ve yaşamışlar. 1973 yılında bu ünlü profesörler Meksika’ya gitmişler ve Maya Dünyasına, bir Tojolabal kabilesine kendilerini tanıtıp şöyle demişler: -Öğrenmeye geldik. Yerliler susmuş. Kısa bir süre sonra, içlerinden biri sessizliğin nedenini açıklamış: -Biri bize bunu ilk kez söylüyor. Gudrun’la Karl yıllarca orada kalmışlar. Maya dilinde özneyle nesneyi ayıran bir hiyerarşi olmadığını görmüşler. Konuşmalarında, “ben beni içen suyu içiyorum ve ben baktığım her tarafından bakılıyoruz” diyorlarmış. Şöyle selamlaşmayı da öğrenmişler: -Ben diğer senim. -Sen diğer bir bensin. Yine Galeano anlatıyor: Tzeltales yerlilerinin düzenlediği bir oturuma davet edilen Carlos Lenkersdorf, konuşulanlardan hiçbir şey anlamıyor, o hararetli geçen konuşmalar içinde sürekli “tik” sözcüğü kullanılıyormuş. Her konuşan bunu söylüyor, tümcelerinde bunu yineliyormuş. Farklı dilleri konuşabilen ve birçok ülkeyi gezmiş olan Carlos, her yerde en çok kullanılan sözcüğün “ben” olduğunu biliyormuş. Sonradan merak edip araştırmış. Maya topluluklarının kullandığı “tik” sözcüğünün “biz” anlamına geldiğini öğrenmiş. Profesörlerin aktardığı Maya dilindeki bu özellikler bana neleri çağrıştırmıyor ki... Çevremizdekilerle olan yakınlaşmalardan, kimi mistik öğretilerdeki insanla tanrı arasındaki yaklaşımlara, yaşanılan dostluk ilişkilerine kadar... Her biri üstünde yoğunlaşarak uzun süre konuşabiliriz. Mevlâna’nın bir dörtlüğünü anımsadım: Ben bende değil, sende de hem sen, hem ben, Ben hem benimim, hem de senin, sen de benim, Bir öyle garip hale bugün geldim ki Sen ben misin, bilmiyorum, ben mi senim. Dostluk ilişkilerinden söz edecek olursak... Montaigne’in en değerli dostu Étienne de la Boetié’yi, yazarın ünlü Denemeler kitabındaki yazılanlardan tanıyoruz. Aralarındaki bu yakın ilişki için 1588 yılına kadar basılan her kitapta şu tümce geçiyordu: “Onu niçin sevdiğimi öğrenmekte ısrar edecek olursanız, bunu ifade edemem sanıyorum.” 1592’de, ölümünden kısa bir süre önce Montaigne, boşlukta kalan bu sözlerine bir yanıt bulur ve tümcesini şöyle tamamlar: “Onu niçin sevdiğimi öğrenmekte ısrar edecek olursanız, bunu ifade edemem sanıyorum, ancak şunu söyleyebilirim: Çünkü o, o idi; ben de, bendim.” Montaigne’nin bu açıklamasından bana her iki dostun kendi kişiliklerini koruyarak, birbirlerini sevdiklerini anlıyorum; oysa aynı yazıda, ölümünden sonra söylediği şu sözler de yer alıyor: “Her işte onun yarısı, ikinci yarısı olmaya o kadar alışmıştım ki, şimdi artık yarım bir varlık gibiyim. Mademki zamansız bir ölüm seni, ruhumun yarısı olan seni alıp götürdü, yeryüzünde varlığımın yarısından, en aziz parçasından yoksun yaşamakta ne anlam var? O gün ikimiz birden öldük.” Bu konuda çok şey söylenebilir; ama yalnızca “ben”, “sen” ve “biz” kavramları üstünde durarak yeniden düşünelim, diyorum.