SUBAT2019 Avram Ventura
Kim fark edecek?
KİM FARK EDECEK? Bulunduğum bir toplantıda, yardıma gereksinim duyan biri için bağış toplanacaktı. Bunun için herkese, vereceğimiz parayı göstermeden “gönlümüzden ne koparsa” bir torbaya atmamız söylenmişti. Bağışlar toplanıp sayıldıktan sonra, beklediğimizin çok altında kalan tutarı duyduğumuzda doğrusu şaşırmıştık. Sonradan yine o akşam aramızda bulunan, yurt dışından gelmiş bir arkadaşımla bu konu üstünde konuşurken, ülkesindeki kimi uygulamalardan söz etti. Şöyle ki, diyelim bir dernek buluşması sırasında, herkesten bir amaç için bir para verilmesi bekleniyor. Bu bağışlanmak istenen tutar, katılanlara yüksek sesle duyurularak toplanırmış. Bu şekilde üyelerden her biri, diğerlerine küçük düşmemek için elinden geldiğince yüksek bir bağış yapmaya çalışırmış. Arkadaşıma bu tür bir uygulamayı hiç beğenmediğimi, geleneklerimize çok ters düştüğünü söyledikten sonra aklıma takılanları sordum: Ya katılanlardan bir kısmının maddesel olanakları sınırlı, bu yüzden de katkılarından dolayı küçük düşme kaygısı taşırlarsa?.. Ya aralarında hiç bağışta bulunamayacak insanlar varsa?.. Bunlara benzer bizi olumsuz düşünmeye yönelten daha birçok soru üretebiliriz. Arkadaşım beni haklı bulduğunu, ancak herkesin bu sisteme alıştığını söyledikten sonra asıl önemli noktayı belirtti: Konu veremeyenler için değil, daha çok verebilenlerin egolarıyla ilgilidir! Söyledikleri pek içime sinmediyse de, sonradan şunu düşündüm: Geçmişte olduğu kadar, günümüz toplumunda da kimi bağışçılar adlarını gizlemeye çalışıyor. Öte yandan kimileri de, yaptıkları en küçük bir yardımın olsun herkes tarafından duyulması için ellerinden geleni yapıyorlar. Tutarı ve şekli nasıl olursa olsun, saygıyı hak etmiş bu insanların davranışlarını eleştirmek hakkını kuşku yok ki kendimde görmüyorum. Yeter ki başkalarına yardım ellerini uzatsınlar; ister sosyal medyada ya da kitle iletişim araçlarında adları hiç geçmesin, isterse bu amaç doğrultusunda yapacakları tanıtımlarla egolarını şişirsinler! Nerede okuduğumu unuttum: Eskiden kimi varlıklı hayırseverler, kentin yoksul semtlerinin bakkallarına gider, onlardan veresiye defterlerini açmalarını isterlermiş. İçinden ödemede zorlanılan hesaplardan birini, “Allah kabul etsin...” deyip tümüyle kapattıktan sonra evlerine dönerlermiş. Bu şekilde borcu kapatılan kişi, bunu kimin yaptığını bilmediği gibi, hayırsever kişi de, kime yardım ettiğini bilmez, ancak zorda olan bir insana yardım etmenin mutluluğunu yaşarmış. Sözü şuraya getirmek istiyorum: Bir havuzda toplanan, katılanların ne kadar bağış yaptığı bilinmeyen etkinliklerde, kim fark edecek diye düşünerek, her birimiz verebileceğimizin en alt sınırıyla yardımda bulunuyoruz. Düzenlenen bu etkinlik sonrasında gerçek nasılsa ortaya çıkıyor, ama bunu dillendirmekten nedense kaçınıyoruz. Bu yüzden hem bağışçıları özendirmek, hem de başkalarına örnek olmalarını sağlamak önemlidir. Bu amaç doğrultusunda çeşitli yayınlarla olduğu kadar, kalıcılıklarını adlarını vererek yaşatmaya çalışıyoruz. Bir bilge, çevresini saran insanlara şu öyküyü anlatmış: Bir zamanlar komşu olan iki ülke, aralarında amansız bir çekişme içindeymişler. Her iki ülkenin halkı, diğerine varsıllıklarını göstermek istiyormuş. Hem kolay hem de etkileyici olması nedeniyle kentin ortasına çok büyük bir havuz yapılmasına karar verilmiş, kısa zamanda da bitirilmiş. O gece herkesin getireceği bir kova süt ile de bunu dolduracaklarmış. Sabah olunca kent halkı havuzun başına toplanmış. Ne görsünler: Havuz beklendiği gibi sütle değil, ağzına kadar suyla doluymuş. Halkın tümü şöyle düşünmüş: Bu kadar insan içinde, havuza süt yerine bir kova su döksem ne fark edecek, kim fark edecek? Bilge öyküsünü bitirdikten sonra dinleyicilerine şunu söylemiş: -Hayatın içinde, fark edilmez denilen hiçbir şey yoktur! Hepimiz eylemlerimizden sorumluyuz! Gelenekler, yasalar, yazılı olan ya da olmayan kurallar bir yana… Sorumluluğumuz öncelikle kendimize karşıdır! Yaptıklarımızı gören, duyan, bilen olmasa da… Biz biliyoruz ya!..