MAYIS2019 Avram Ventura
Siyah Noktalar...
Okuldan bir arkadaşımı anımsıyorum. Hangi konuda söyleşsek, her yaklaşımı olumsuz, her sözüyle de kuşkucu ve kötümserdi. Siyasetten konuşsak ortamı kapkara görürdü. Sözü ekonomiye getirsek, günden güne batıyoruz diye düşünürdü. Sanat konusuna girsek, hiç keyif vermediğini söylerdi. Hayata sürekli kara gözlüklerle baktığından, “İyi” ve “güzel” sözcükleri sanki dağarcığından silinmiş gibiydi. Onunla tanıştığım ilk günlerde, düşüncelerine saygı duyup söylediklerinin üstünde pek durmamıştım. Daha sonra ondaki bu kalıcı olumsuzluğun, geçici de olsa bana bulaştığını, bedensel olduğu kadar tinsel olarak da beni etkilemeye başladığını gördüm. Bu yüzden elimden geldiğince onunla daha az konuşmaya, aramıza belirli bir mesafe koymaya, kimi zaman da gördüğümde yolumu değiştirmeye çalıştım. Zaman zaman düşünürüm: Yalnızca yaşam koşulları mı bakış açımızı belirliyor, yoksa olumlu düşünmek için de kendimizi eğitmemiz gerekiyor mu? Kuşku yok ki içinde bulunduğumuz koşullar dünya görüşümüzü, hayata bakışımızı etkilemektedir; ancak kendimizi olumlu yönde değiştirmek ve geliştirmek için, bireysel olarak bir çaba harcamanın önemini yadsıyamayız. Hayat, her zaman güler yüzünü bize göstermiyor. Doğada olduğu gibi… Bir gün güneşli, bir gün soğuk, bir gün karlı, bir başka gün sağanak yağışlı… Sert geçen, bizi etkileyen o birkaç güne bakarak, bütün bir yılın olumsuzluğundan mı yakınacağız? Bir başka şekilde soracak olursak: Sosyal ve iş hayatımızda, sanatta ya da bilimde… Kuşkusuz her zaman başarılı olmak isteriz, ama bu olası mıdır? Kazanımlarımızı hiç görmezden gelip, yalnızca yitirdiklerimizin arkasından mı gözyaşı dökeceğiz? Buna olumlu bir yanıt verebileceğimizi hiç sanmıyorum. Voltaire’in şu sözlerini anımsatalım: “Bir gün her şey çok iyi olacak, umudumuz bu; bugün her çok iyi, yanılgımız da bu.” Ünlü düşünürün dile getirdiği gibi umudumuz ve yanılgılarımız aynı noktada buluşuyor: Olumlu ya da olumsuz hiçbir şey ne sürekli ne de kalıcıdır! Bir öyküyle sözlerimizi sürdürelim: Bir bilge, zihnin olumsuz yapısı üstüne bir konuşma yapmak için kürsüye çıkmış. Daha söze başlamadan duvara büyük bir beyaz kâğıt tutturmuş, elindeki kalemle de bu kâğıdın üstüne siyah bir nokta çizmiş. Sonra da izleyicilere ne gördüklerini sormuş. Herkes aynı yanıtı vermiş: “Siyah bir nokta!” Bunun üzerine bilge şöyle demiş: “Evet, küçük siyah bir nokta var; ama hiçbiriniz beyaz kâğıdın büyük genişliğini görmediniz ve yalnızca o noktaya odaklandınız. Benim de sizlerle konuşmamın amacı budur!” Biz de o kâğıda bakmış olsak, farklı bir yanıt mı verirdik, bilmiyorum. Ne yazık ki çoğumuz, beyaz olan hayatın bütününe değil, her türlü olumsuzluğu simgeleyen içindeki siyah noktalara odaklanıyoruz. Bu yüzden zaman zaman üzülüyor, gereksiz yere kaygılanıyor, korkularımızı büyütüyor, yaşantımızı daha çok karartıyoruz. Oysaki baktığımız siyah noktanın, büyük resim içinde yalnızca küçük bir ayrıntı olduğunu da biliyoruz. Bizim göremediğimiz ya da kimi zaman görmekten kaçındığımız o büyük resim, aslında yaşamın bütünüdür. Bir başka deyişle var oluşumuzun kaynağı, hayatın anlamıdır. Mevlâna, yürürken ayağımıza batan dikenlerin, belki de aradığımız gülün birer habercisi olduğunu söyler. Nasıl ki her karanlık gecenin ardından, doğmayı bekleyen bir güneşin olduğunu bilmemiz gibi… Mutlu olmak, hayatımıza bir anlam katmak istiyorsak, büyük resmi görmeye çalışalım diyorum; içindeki siyah noktaları değil!