SUBAT2020
Avram Ventura
En büyük miras
Alfred Nobel ile ilgili okuduğum bir yazı, kimi zaman küçük bir yanlışlığın hem bir insan, hem de tüm insanlık için nasıl olumlu bir değişim yaratabildiğini anımsattı.
Nobel, o büyük servetini buluşu olan dinamitin lisansını hükümetlere satarak yapmış. 1888 yılında kardeşi Ludwing öldüğünde, dönemin önde gelen bir gazetesi, “Ölüm Taciri Öldü” diye bir başlık atarak, yanlışlıkla onun yerine Alfred’in ölüm haberini yayımlamış. Bu haberde, Nobel’in servetini, bütün dünyadaki ordulara ölüm ve yıkım konusunda daha etkili olmalarına yardım ederek yaptığı yazıyormuş.
O anda mirasından dehşete düşüp kendinden iğrenen Nobel, servetini yalnızca insansal amaçlara adamaya karar vermiş. Buna yönelik olarak da, her yıl bilim ve sanat dallarında verilecek Nobel Ödülü’nü kurmuş. Bu biliminsanı yaşarken “gaddar ve ruhsuz” diye nitelendirilirken, öldükten sonra da servetini bu ödüllerin dağıtılmasına bıraktığı için, “deli” olduğu söylenmiş.
Gazetede yanlışlıkla verilen bir ölüm haberinin, Alfred Nobel’de yarattığı değişimi, birkaç satırla da olsa aktarmak istedim.
Bu bilim insanın başına gelen olayı düşünürken, bilinçdışı olarak “ölmeden önce ölmek” sözleri dilimin ucuna geldi. Bu sözler, aslında birçok inançta yer alan bir tasavvuf kavramıdır. Buna felsefe penceresinden bakacak olursak: ölmeden önce ölen kişinin bir yaşam boyu yüklendiği eski değerleri geride bıraktığını, yeni değerlerle hayatını sürdürdüğünü anlayabiliriz. Bir başka deyişle, kişi o güne değin yaşamına bir anlam kattığı eski değerlerde ölmüş, yeni değerlerde yaşamaktadır.
Ölüm haberiyle kendini bir kırılma noktasında bulan, bir anda korkularıyla yüzleşen Alfred Nobel gibi...
Yaşantımızı yönlendiren, sürekli onların etkisinde kaldığımız, iki önemli etmenin olduğunu biliyoruz:
Korkularımız ve tutkularımız.
Ömür boyu biriktirdiğimiz, korumaya çalıştığımız, üstünde titrediğimiz maddesel değerleri yitirmekten korkarız. İster bizim hatalarımızdan kaynaklansın, isterse doğal bir afet sonucu olsun, sıkıca sarıldığımız bu değerleri yitirme korkusu, her zaman yaşantımızı karartmak için yeterli olmaktadır. Daha da önemlisi, hastalıklar, yakın çevremizdeki insanları yitirme kaygısı kadar, kendi ölüm korkumuz! Bunları ne denli aklımıza getirmemeye çalışsak da, her zaman bir saldırı için pusuda beklediğini biliriz.
Tutkulara gelince... Elimizdeki olanaklar ve değerlerle yetinmeyip, her zaman daha iyisini, daha güzelini arzuluyoruz. İnsanız, bunu da çok doğal görüyorum; ancak ne denli kendimizi aşırı tutkulara kaptırmamaya çalışsak da, doymazlık duygusu sürekli ağır basıyor, mutluluğumuzu gölgeliyor.
Korku ve tutkuları geride bırakmış, bu değerlerde ölmüş bir insanın, yaşama bakışı da mutlaka farklı olacaktır. Bu iki etmenin baskısından kurtulduğumuzda, mutlu olmak için en önemli adımı atmış olacağımızı düşünüyorum. Tüm ömrünü kazanma tutkuyla geçirmiş olan Alfred Nobel’in, ölüm korkusu kadar, geride bırakacağı kötü bir ün kaygısının onu tümüyle değiştirdiği gibi...
Yeri geldiğinde dile getirmişimdir: Çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miras, hiçbir değerle kıyaslanamayan onurlu bir ad olacaktır! Geliştirdiğimiz sıcak ilişkiler, erdemlerden ödün vermeyen davranışlarımız, topluma ve insanlığa kattığımız değerler, bizi mutlaka diğerlerinden farklı kılacaktır. Ayrıca herkes tarafından sevilen bir kişi olmanın keyif ve ayrıcalığını anlatmak bile gereksizdir.
Onurlu bir isimden daha büyük bir varsıllık olabilir mi, bilmiyorum.