MART2021
Avram Ventura
Aynaya bakacak yüz
Gazete ve dergilerde ayna ile ilgili yayımlanan haber, araştırma ve yazılar her zaman ilgimi çekmiştir. Elime geçtiğinde inanç ve geleneklerin bu nesneye yükledikleri anlamları da severek okurum. Ayrıca günlük hayatın içinde, özellikle güzelleşmek için bu nesnenin karşısında harcanan zamanın, ona bakarken duyumsadığımız gülme ya da ağlama isteğinin, geçmiş ve gelecekle ilgili duyulan kaygıların, ayna ile ilgili düşlemlerimi zenginleştirdiğini söyleyebilirim.
Bunlarla ilgili düşüncelerimi de, bir deneme yazısının sınırları içinde, yeri geldiğinde anlatmışımdır. Benim gibi birçok yazar da, ayna ile ilgili düşlemlerini eserlerinde yansıtmışlardır.
Nitekim Milan Kundera’nın Ölümsüzlük adlı romanını okurken şu sözlerini bir kenara yazmışım:
"Aynaların var olmadığı bir dünyada yaşadığını düşün. Yüzünü hayal edersin, onu içinin bir çeşit dışa yansıması gibi hayal edersin. Sonra varsayalım ki, kırk yaşında sana bir ayna uzattılar. Yaşayacağın dehşeti bir düşün. Baktığında, tümüyle sana yabancı bir yüz görürsün. Ve kabul etmeye yanaşmadığın şeyi net bir şekilde anlarsın: Yüzün, sen değilsin!"
Ne kadar da çarpıcı: Aynaya baktığımda benim olmayan, daha doğrusu o güne değin bilmediğim, tanımadığım bir yüz görüyorum!
Biz, insanları öncelikle fiziksel görünüşlerinden, yüz hareketlerinden tanımaya başlıyoruz. Oysa aynasız bir yaşam içerisinde, kendi yüzümüze bile yabancı kaldığımızda davranışlarımız, tepkilerimiz nasıl olurdu, kim bilir!
Ünlü yazar, kırk yaşında aynayı gören biri için, yüzünün artık o olamayacağını söylüyor. Bir hayal de olsa, varsayımları sürdürelim…
Kundera, aynaların yer almadığı bir dünyayı düşlememizi söylüyor. Öyle bir hayat olabilir mi diye düşünelim.
Neden olmasın! Tarihin eski dönemlerinde, bu nesne duvarlarımızı süsleyinceye değin insanoğlu ne yapıyordu ki?.. Zaten aynayı, bir eşya olmanın dışında, geniş anlamda ele alacak olursak, bize kendimizi gösteren bir simge olarak nitelendirebiliriz. Hangi amaçla istersek bakalım, ondaki yansımayı bir şekilde görüyor, algılıyoruz. Farkında olmasak da yaşantımızda önemli bir yer alıyor.
Hayaller bir yana…
Doğrusu, yüzümüzün yansımasını göremeyeceğimiz bir yaşamı düşünemiyorum. Sanırım, yalnızca bir zindanın kör karanlığında, yaşam savaşımı veren bir tutuklu için, bu söylediklerimiz ancak geçerli olabilir. Yoksa doğanın ortasında, küçük bir su birikintisi bile, baktığımızda bize bir ayna işlevini görüyor.
Bana göre ayna simgesi her tür çağrışıma açıkken, onun karşısına geçtiğimizde, düşlemlere yer yoktur. Doğaya baktığımızda, her görüntüyü kendimize göre şekillendirir, onu hayallerimizle istediğimiz gibi süsleriz. Oysaki aynalar, anlatacağımız öyküde olduğu gibi tüm gerçekleri en çarpıcı şekilde yüzümüze vurur.
Bir gün söyleşirlerken, toprak aynaya şöyle demiş:
“Sevgili ayna, sana imreniyorum! Çünkü sana kim baksa kendini, bana bakanlar ise yalnızca beni görür!”
Ayna, toprağı şöyle yanıtlamış:
“Ey kara toprak, boş yere dertlenmişsin. Bilmez misin ki ben, bana bakanların yalnızca bugününü gösteririm; oysa sen, yarınından haber verirsin...”
Bu yanıt toprağın hoşuna gitse de, sorusunu yinelemiş:
“Sözlerinin beni rahatlatmak için olduğunu anlıyorum. Söyler misin, hiç sana bakanlar, bana dönüp bakarlar mı?”
Ayna, acı bir gülümseyişle toprağa şunları söylemiş:
“Hiç merak etme, bana bakacak yüzü kalmayanların gözü, hep sana dönecektir!”
Dileyelim ki, her zaman gönül rahatlığıyla aynaya bakacak bir yüzümüz olsun!