HAZIRAN2018 Ayse Perin (Tatari)
Batıdan Doğuya
Ülkemizin doğusundaydım… Iğdır’da başlayan gezi Doğubayazıt-Ahlat-Tatvan-Gevaş-Akdamar’da devam edip Van’da sonlandı. Ege Bölgesi, İzmir’de yaşayan biri olarak farklı bir coğrafyaya alışkın olan ben, Van Gölü(Van Denizi) havzasında çok mutlu oldum. Bahar oralara biraz daha geç gelmişti, kırlarda gelincikler henüz açıyordu. Ağrı dağı karlı ve zirvesi dumanlıydı… Nemrut Volkanik dağının patlaması sonucu oluşan kraterde biriken suların oluşturduğu varsayılan Van Göl’ü, deniz seviyesinden 1645m yükseklikte… Dünyanın en büyük sodalı gölü ve pek çok koyları olan adeta bir deniz… Sodalı ve tuzlu suyunda sadece inci kefali yaşıyor. Kefaller her yıl haziran ayı başlarında yumurtlamak üzere tatlı akarsulara göçüp sonrasında yeniden göle dönüyorlar… Bu ilginç yolculuğu izleme şansımız oldu, kefallerin zıplayarak akarsuya atlama esnasında, bazıları pusuda bekleyen martılara yem oluyor, gölden akarsuya geçmeyi başaranlar yolculuklarına devam ediyorlardı… Her canlının yaşamı zor, hayatta kalabilmek için mücadele gerekiyor… İnci kefali, ince uzun bir balık, bizim kefaller gibi kalın gövdeli değil, Akdamar Adasına giderken göl kenarında güzel bir tesiste öğlen menümüzdü… Beni buralara çeken, Urartu Medeniyeti kalıntılarıydı… Urartular Önemli bir devlet kurmuş, civardaki uygarlıkları etkilemiş bir kavim… Ortaokulda iken tarih kitabımda gördüğüm Urartu kazanı fotoğrafı beni bu eski medeniyetle tanıştıran ilk obje olmuştu. Gölün doğusunda, M.Ö 10.ve 8.yüzyıllar arasında kurulmuş olan Urartu Krallığının başkenti Tuşba(Van)…Van’dan Hoşab’a giderken ovada bir tepe, kayalık göze çarpar… Yol levhasındaki Çavuştepe yazısını izleyip tepeye varınca rehberimiz Selçuk Yıldız aracılığı ile son Urartu Mehmet Kuşman ile tanışıyoruz… Kuşman, bugünlerde 80 li yaşlarında, ilkokul mezunu, Urartu dilini kendi gayreti ile 30 yılda okuyup yazmayı öğrenmiş ve 5 kişiye de öğretmiş… Neredeyse 50 yıldır Çavuştepe’de Sardurihinili Kalesinin gönüllü bekçisi… Dünyada pek çok ülkeye davet edilip gitmiş… Kendi hikâyesini anlattıktan sonra, yere çömelip toprağı eliyle düzeltip Urartuca yazıp okumaya başlıyor ‘Altın devrini yaşatan Kral 2.Sarduri’nin kenti… ‘Diye sözlerini sürdürüyor. Bölgedeki, Urartu medeniyeti kalıntılarını gezmeye devam ediyoruz… Toprakaltına ait bir şey göremiyoruz, Ahlat ve Van’daki müzeler hazır vaziyette açılmayı bekliyorlar, kapılarından dönüyoruz… Urartuların Doğu Anadolu Bölgesi’nin yüksek maden işçiliğini yansıtan eserlerini görmek kısmet olmuyor. Mezarlarda bulunan tunçtan ve arkası kösele kaplı Urartu kemerleri, fibulalar, takılar,savaş aksesuarları kitaplardaki görsellerde kalıyor... Tunçtan dövme tekniği ile yapılmış üçayaklı büyük kült Urartu Kazanı, kadın yüzlü, kuş gövdeli kazan kulpları… Bir daha buralara gelirsem müzeleri gezerim tesellisi ile yola devam ediyorum… İnsan kapılıp gidiyor, yeni zaman eski zamana yeniliyor, zamanlar karışıyor… Gün batımında Van’da Urartu Kalesi’ndeyiz, etrafı kuşbakışı seyredip Urartulara veda ediyoruz… Bu gezinin en önemli duraklarından bir de, Ağrı İlinin Doğubayazıt ilçesinde bir tepenin üzerinde kurulmuş bir külliye, İshakpaşa Sarayı…1785 yılında inşa edilmiş, Selçuklu ve Avrupa Ampir üslubunun etkileri görülen külliyeye girdiğimiz Taç Kapı ve mekân hayranlık uyandırıyor… Hayallerim devreye giriyor; Van Gölü Klasik Müzik Festivali olsa ve Sarayın Avlusunda klasik müzik konserleri düzenlense diyorum… Festivalin başka bir aktivitesini Akdamar adasındaki Kilisenin göle bakan bahçesine yakıştırıyorum… Festival’e Ağrı Dağı’ndaki Nuh’un Gemisi hikâyesini de ekleyerek bir turizm paketi hazırlıyorum… Doğudaki güzelliklerden biri de Akdamar Adası ve Kilise… İnci Kefali yemek molası sonrasında, tekne ile Akdamar Adasına varıyoruz… Manzara çok güzel, Ağrı Dağı’nın karlı ve dumanlı zirvesi bize eşlik ediyor… Ada yeşil, badem ve erik ağaçlarının arasından yürüyüp Kutsal Haç Kilisesine varıyoruz…915-921 yılları arasında, pas rengi kumtaşından inşa edilmiş, kilisenin mimarı bir keşiş… Bilgisi ile kilise bir başyapıt olmuş. Bu ücra adada bu güzellik şaşırıcı. İlk dönem Hristiyan kilise mimarisinin yeniden uygulanışı, bu tarzın erken safhası… Mimar, hayal gücü ile yapının cephelerinde, eski ve yeni ahit tasvirlerini derin rölyefler ile betimlemiş… Yapı böylece eşsiz bir anıta dönüşmüş. Süslemeler o günden bugüne sapasağlam bize ulaşmış… İç mekân fresklerindeki mavilerde lapis lazuli kullanılmış. Mavi ve kum renginin birlikteliği serin ve güzel bir armoni yaratıyor… Zamanla altın ve benzeri değerli maden ve taşlar yıpranmış, yok olmuş ama Kilise zamana meydan okuyor… Anlatılacak çok şey var… Sanat tarihi, mimarlık tarihi, arkeoloji iç içe… Urartular,Asurlular,Makedonyalılar,Sasaniler,Romalılar,Moğollar,Türkmenler,Selçuklular,Mervaniler,Eyyubiler,Akkoyunlular,Karakoyunlular,Safeviler,Osmanlılar …Bölge, kültür katmanlarının sentezi. Ahlat’ tayız… Ortaçağın önemli bilim ve sanat merkezlerinden, İslam dünyasının üç büyük kentinden biri (Belh, Buhara, Ahlat)… Burada, ortaçağ Türk mimarisi mezar tiplerinin topluca bulunduğu eşi benzeri olmayan bir Açıkhava müzesini geziyoruz; Selçuklu ve Beylikler dönemi mezarları… Gün batımında mezar anıtlarının gölgeleri uzayıp yavaşça karanlığa gömülüyor… Kümbetler, mezar taşları, akıtlar bu bölgede en önemli kalıntılar. Van kahvaltısı, Van Kedisi, Van Kalesi, Van Gölü… Hafızamda güzel anılar ile İzmir’e dönüyorum. Bölge çok güzel, çok zengin ama turist olarak sadece İranlılar var… Yıllarca, Ege ve Akdeniz Bölgesi ve de İstanbul tanıtılmış, yatırımlar da buralara yapılmış… Böylece doğudan batıya göç başlamış. Her bölge kendi insanı ve kendi zenginlikleri ile değerli… Anadolu; tükenmeyen bir hazine. Birlik ve berberlik ile koruyup, sahiplenmeliyiz. Tabiat, tarih ve kültür zenginliğine sahip bir ülkenin insanlarıyız, ne mutlu bize…