EYLUL2018
Ayse Perin (Tatari)
Atina Anlaşması ve Tenin Gözleri
Bayramda Çeşme’de olmak istedim… Yazın en güzel zamanlarında, güzel bir tatil süresi için, ev özlemi ile ve de dünyanın en güzel yerlerinden biri olduğuna inandığım Çeşme’den ayrılmak istemedim. Çocuklarım ile mini bir mavi yolculuk yaptık, yine Çeşme’de… Geceleme için Dalyan Koy ( Hacet) i seçtik… Akşamüzeri gün batımında Boyalık sahilinde tekne ile gezerken, sahillerdeki berbat yapılaşmayı defalarca seyretmenin dayanılmaz hüznünü tazeledik.
Ayayorgi’de demir attığımıza pişman olup, adeta arkamıza bakmadan kaçtık… Çocukluğumun cenneti artık bir cehennem... Berbat yapılaşma, yok olan kıyı şeridi ve de müzik adı altındaki korkunç sesler… Ve bu ortamda mutlu olup eğlenen insanlar.
Göz ve özellikle kulak sağlımız için demir alıp Ayayorgi’nin yanındaki Dalyan Koy’a demirledik. Burası, irili ufaklı ve çoğu motor yatlardan oluşan bir tekne kalabalığı ile çok ta huzurlu sayılmamakla beraber Ayayorgi’ye nispetle katlanılabilir durumdaydı… Yakınımızda teknelerden birinde, göbek havaları ile ailecek oynayan insanlar, üç yaşlarında bir oğlan çocuğuna göbek atmayı öğretiyorlardı. Eğitim ailede başlar diyerek, ortamdan mutlu olmanın yolunun nereden gelip geçtiğini anlamış olduk.
Gecenin güzelliklerini kaçırmamak için neredeyse uyumadım… Gün batımından başlayan gökyüzü güzelliklerini gün doğuncaya kadar izledim…
Dolunay hafif bir leke ile belirirken; gökyüzü, dağlar ve deniz mavi ve mor rengin nüansları ile zarif bir armoni içindeydiler… Gökyüzü laciverte doğru giderken, dolunay altın bir top şeklinde kendini gösterdi… Ve ay ışığı denizin üzerine yayılıp ışıldamaya başladı… Yıldızlar da bu güzelliğe eşlik ettiler.
Gece biterken tan yeri ağarmaya başladı… Zıplayan balıkların ve teknelerin salınımından yayılan hafif seslere sabah ezanı ve horozların ötüşü karışıyordu… Güneş, yüzünü göstermeye başladı ve sabah ile birlikte yüksek perdeden bir müzik yayını bütünkoya yayıldı… Plajdaki işletme, mehter marşı ile günaydın diyordu… O andan itibaren güneş batıncaya kadar, tüm koyu kaplayan müziğe mahkûm olduk.
Yüzüyorum ve kitap okuyorum… Daha doğrusu okumaya çalışıyorum. Okuduklarım da en sevdiğim konulardan müteşekkil.
İzmirlife Dergisinin Eylül sayısında, İzmir’in popüler sayfiye kasabası Çeşme’den söz etmek te fena olmaz diye düşünerek Çeşme ve kitap seçkilerimi bir araya getirdim… İnsan, doğru bilgiler ışığında yaşadığı yerler ile ilgili kritiklere giriyor ister istemez. …
“Atina Anlaşması”, adlı kitabı okuyorum… Şehirciliğin kutsal kitabı, anayasası… Açıklamaları ile birlikte 95 şehircilik yasasından oluşuyor. Konaklama, boş zaman, iş, dolaşım, tarihsel miras gibi konularda gözlemler, öneriler, ilkeler ve yasalardan oluşan Anlaşma, Avrupa ve ABD’nin 33 şehrinde yapılan araştırmaların ortaya koyduğu olumsuz tablonun etkisi ile kötü gidişata dur demek amacı ile hazırlanmış…1941 Yılları… Atina Anlaşması’nda çizilen ütopik, modern şehir.
Yazar, Le Corbusier; Fransız mimar, şehirci, ressam, yazar ve kuramcı; Türkiye’ye de gelmiş... İzmir için bir şehir planı ve raporu hazırlamış; ne yazık ki plan uygulanmamış ve dikkate alınmamış… Türkiye’nin diğer tarihi şehirlerinin yanı sıra İstanbul ile de ilgilenmiş… Ama biz yararlanmayı düşünmemişiz kendisinden…
Corbusier’nin metni, modern şehrin ortaya çıkış serüveninin, nerede hata yapıldığının anlaşılması, içinde yaşadığımız çevrenin mahallenin, semtin bileşenlerinin ve birbirleriyle ilişkilerinin son derece kesin çizgiler aracılığı ile görülebilmesi… Ve bu kayıp şehrin bir an için bile olsa görünür kılınması açısından hala geçerliliğini koruyor.
Kitabın bölümlerinden: Şehirlerin Bugünkü Durumu-Boş Zamanların Değerlendirilmesi-Şehrin Tarihsel Mirası-Konutların Ulaşım Yolları Boyunca Sıralanmasının Yasaklanması- Zevksizlik- Eski Binaların Süreleri Bozulmadan Yıkılmaları- Kar Amacı ile İnşa Edilen Çirkin Çok Katlı Yapılar-Alt Yapı Yetersizliği…
Aklıma, geçtiğimiz yıllarda okuyup okuyucu ile paylaştığım başka bir kitap geliyor;
Adı “Tenin Gözleri”, Mimarlık ve Duyular… Yazar Juani Pallasmaa -mimar, grafik tasarımcı, şehir planlamacı, kuramcı…
Kitabın bir bölümünden: Akustik Samimiyet: Bir filmin sountrack’i çıkarıldığında, sahne plastik niteliğini ve süreklilik ve canlılık duygusunu kaybeder… Her bina ya da mekân içtenlik ya da anıtsallık, davet ya da ret, konukseverlik ya da hasmaneliğin kendine özgü sesine sahiptir… Her şehrin sokaklarının yapısına ve ölçeğine ve genelindeki mimari üslup ve malzemelere bağlı olan bir yankısı vardır… Bugünün çağdaş şehirlerinde, kamusal mekânlar ve alışveriş merkezlerindeki, programlı banttan müzik, mekânın akustik hacmini kavrama olanağını ortadan kaldırır. Kulaklarımız körleşmiştir…
Gezmenin özel bir hazzı da, kokuların ve tatların coğrafyası ve mikrokozmosuyla tanışmaktır. Her şehrin kendi tatları ve kokuları, tayfı vardır… Deniz, toprak ve yosun kokusu balıkçı kasabalarını çağrıştırır, yosun kokusu denizin derinliğini ve ağırlığını duyumsatırken, herhangi bir sıradan liman kasabasını, kayıp Atlantis imgesine dönüştürür…”
Bu güzel kitapları yazan güzel insanlar… Köy, kasaba, şehirlerimiz için yol gösterici mimarlar, şehirciler, kuramcılar… Ve onların söylediklerini duymazdan gelip bildiğini okuyanlar… Ve farkına varmadan sorgulamadan yaşayıp mutlu olanlar.