NISAN2021 Ayse Perin (Tatari)
Pandemide kırsala akın
Yıllardır, ülkemizde kırsal nüfusun büyük kentlere göç ettiğini biliyoruz. Sanayileşen kentlerin iş gücü ihtiyacı ve kırsaldaki insanın yaşam standartlarını yükseltmek amacı ile Dünyanın pek çok ülkesinde bu gerçek yaşanıyor. Göç ile artan nüfus, kentleri metropol haline getiriyor. Sonuçta, yaşam kavgası ve telaşı ile genel olarak mutsuz bir yaşam şekli ortaya çıkıyor. Artan trafik yoğunluğu, uzun mesai saatleri, gürültü, pahalılık, tabiattan uzaklaşmak bir süre sonra insanların ruhsal durumunda sorunlar oluşturmaya başlıyor. Doğa özlemi, kendine ait zamanın giderek azalması, ruhsal ve bedensel yorgunluklarla başa çıkılması insanlar için tam bir bunalım. Bütün bu zorluklara bir de pandemi ve deprem korkusu eklenince, ülkemizde doğa ile iç içe yaşamanın ve tarımsal üretimin öneminin daha iyi anlaşılmaya başlandığı bir dönem başlıyor. Ve bu eğilim giderek güçlü bir hale geliyor. Nüfus yoğunluğu daha az olan bölgelerde Kovid-19 pandemisi riski daha az. Uzaktan çalışmaya uygun sektörlerde çalışan profesyonellerin kentten kıra göçü artarken, dijitalleşebilen sektörlerin kente bağımlı olmadığı kanıtlanıyor. Böylece yeni bir sınıf oluşuyor. Kırsala göçen ve dijital ortamda çalışan insanların ihtiyaçları ile bir değişim başlıyor. Özellikle, eğitim ve sağlık konularında hizmet için kırsal bölgeye yeni yatırımcılar gelmeye başlıyor. Böylece insanlar kalabalıklardan kaçarken tekrar kalabalığa karışmış oluyorlar. Yeni göçenlerin pek çoğu müstakil konut isterken, bir yandan da nüfusun artması ile tarım arazileri imara açılıp ortası havuzlu, peyzajlı çok katlı lüks siteler kırsalı işgal etmeye başlıyor. Kıra ve kırsal üretime ilgi giderek artarken, iş gücü düşünüldüğünde durum ne olacak? Üretime ihtiyacı olmayan hali vakti yerinde entelektüellerin yıllardır tercih ettiği kırsal yaşam ve şimdiki tercih farklı. Acaba kentlinin kırsala göçü süreklilik arz edecek mi yoksa pandemi bitince kent yeniden tercih edilecek mi? Kent ve Kır arasındaki gidip gelmeler nasıl bir yerleşik düzene dönüşecek? Kentlerimizdeki kamusal alan eksiği, yeşil alan yetersizliği, gürültü, hava kirliliği, insanların kaçış sebeplerinin başlıcaları. Fakat kırda yeniden kent benzeri yapılaşma olduğu sürece ve iş potansiyeli eksiğine kırsal altyapılarının yetersizliği de eklenince, bir süre sonra geri dönüş mü olacak? Eğitim, sağlık hizmetleri, sosyal mekânların arttırılması; yani bir anlamda modern köy modelleri planlaması gerekli... İzmir ve İstanbul gibi kentlerimizin çeperlerinde yeni ve lüks yerleşim yerleri dikkatimizi çekiyor. Ancak altyapı sorunları, yetersiz kamu alanları, organize ana merkez eksiği gibi faktörler giderilemiyor... Sadece yeni ve lüks yapı kütlelerinden ibaret kırsal yerleşimin sosyal hayat yoksunu yeni yaşam biçimleri ile bir süre sonra kaçtığımız kentin küçük kırsal modeli yaratılıyor. Akademisyen Prof. Dr. Pelin Tan, “Pandemi süresince kırsala göçün, pastoral bir romantizm içeren sınıfsal bir hareket” olduğunu ifade ediyor (Milliyet Mimarlık, Sayı: 2). Pandemide insanlığın aldığı derslerin en önemlileri, kentlerin insanı tüketen durumunun iyice fark edilir olması, tarıma ilginin artması, beslenmenin değerinin anlaşılması ve her şeyi çok fazla tükettikleri gerçeğinin farkındalığı. Pandemi süresince artan kırsal özlemi bakalım bizi nereye götürecek. Değişen sadece kırsal özlemi değil, hayatımızda çok şeyin değiştiği, hiçbir şeyin hiç olmazsa uzun bir süre eskisi gibi olmayacağı gerçeği hepimizce malum. İsviçre asıllı Fransız mimar, kent planlamacı, ressam, heykeltıraş yazar ve mobilya tasarımcısı Le Corbusier (1887-1965), modern yüksek tasarımın öncü çalışmalarını yapmış ve kendisini toplu konutlar ve kalabalık şehirler için daha iyi yaşam koşullarını sağlamaya adamış. Corbusier “Benim şehirlerim yeşil şehirlerdir. Benim evlerim: Güneş, Mekân ve Yeşil sunarlar. Ağaç, insanların arkadaşları ve her organik yaratığın sembolüdür. Bir ağaç mükemmel bir yapının imgesidir. İnsanlara güneş, mekân ve ağaçlar verilmelidir, şehirlerin en merkezi yerlerinde dâhil...” der. Bu genel kural hiç değişmedi. Bugün insanlığın geldiği noktada bu üç faktör değerini korumaya devam ediyor.