ARALIK2020 Gülhan Berkman Yakar
Bi dur!
Bi dur! Liderlik ve kariyer söyleşilerinde bu ay, profesyonel koç ve eğitmen dostum Selnur Gülek ile birlikteydik. Kendisiyle Türkiye Peryön (Personel Yöneticileri Derneği) yönetim kurullarındaki rollerimizle başlayan tanışıklığımız, sonrasında gelişerek devam etti ve son derece keyifli bir yol arkadaşlığına dönüştü. Selnur Gülek ile söyleşimizde pek çok kez “insan” dediğimizi fark ettik, ne de olsa “insan” ikimizin ortak paydası oldu her zaman. Onunla kariyer hayatının ilk yıllarını konuştuk önce. Üniversite yıllarına matematik eğitimi ile başladığını ve öğretmen olma hayaliyle yola çıktığını anlattı bize . Yıllar içinde biraz koşulların biraz da seçimlerinin etkisi ile kariyerinin insan kaynakları ve eğitim alanıyla kesiştiğini bunun da kendisini çok mutlu ettiğini söyledi. Uluslararası akredite koç olmasının ardından, çeşitli eğitimlerle gelişimine devam edip bitirmek üzere olduğu psikoloji yüksek lisansı ile de eğitimini taçlandıran Selnur Gülek, aynı zamanda kendi danışmanlık firmasını da yönetiyor. Kendisine sordum; - Eğitimlerimizi biraz anlatır mısın?  - Aslında kişiler veya kurumlarda, bir rahatsızlık veya problem varsa farkındalık gelişiyor ve bu aşamada şirketlere davet ediliyoruz. Onlara eğitimler ve koçluklar ile destek oluyoruz. Çözüm bulmak değil ama çözüm bulduracak yöntemleri çalışarak, öğrenerek, yaratıcılığımızı kullanıp yaratarak, katılımcılarla birlikte ilerliyoruz. Böylece kişilerin kendi problemlerini çözmelerine yardımcı oluyoruz.  - Kurumlarda ne tür problemler ile karşılaşılıyor? - En temel problem, “insanlar arasındaki iletişim” olarak karşımıza çıkıyor. Aslında iletişimde sadece kelimeler, cümleler yoktur. Bu söyleşide olduğu gibi, esasen duygulanımı da karşı tarafa geçirmiş oluyoruz. Yani biz ne hissediyorsak ne yapıyorsak karşı tarafa o geçiyor. Örneğin bir yazı okuyorsak o yazı sadece mürekkep ve kelimeden oluşmamıştır. Nasıl ki bir yazı, kalp ile duygulanımla geçmişteki bir hayat tecrübesiyle, dünya görüşüyle, değerlerle oluşmuş ise bizim eğitimlerde de öyle... Eğitim ortamında hep birlikte oyunlar oynayarak, çoğu zaman uygulamalar yaparak çalışıyoruz biliyorsun. En temel konu da şu;  aslında insanlar, kendi zihinlerinde problem yaşıyorlar. Örneğin bir kişi otuzlu yaşlarında ise ve çocukluktan itibaren, hatta doğmadan önce kendisine genleriyle aktarılmış olan “ben değersizim” zihinsel kodu varsa ve o gün onunla ilgili bir problem yaşıyor ise, bu kişiye; “Yok canım sen değerlisin, sen bak şöyle işler yapmış, böyle başarılı olmuşsun” diyerek tekrar zihne mesaj verip, herhangi bir ilerleme sağlayamazsınız. Kimi zihinsel kodlar o kadar köklü ve sağlamdır ki örneğin; “Ben değersizim, şu kişi beni sevmiyor”gibi, düşünür, insanlara böyle baktığı ve buna inandığı için, o kişiye verdiğiniz olumlu mesajı alması da mümkün olmayacaktır. “Şu kişinin şu an bana selam vermemesinin nedeni, beni sevmemesidir.” gibi bir varsayımda bulunup buna inandığı için, çalıştığı işyerinde sevimsiz ilişkiler kurmaya başladığında da çevresindeki insanlar, ondan uzaklaşmaya,  onunla birlikte iş yapmaktan kaçınmaya başlayacaktır.  - Tabii ki tüm bunlar da birbiriyle bağlantılı sorunlar oluşturuyorlar değil mi? Aslında söylediklerin hem iş hem de özel hayatımızda geçerli. Her zaman şöyle derim: “İş yerinde işler değil, ilişkiler yorar insanı” Dolayısıyla ilişkileri iyi yönetebilmek de doğru iletişim ile başlıyor. Şimdi asıl sormak istediğim; kendi kariyerinde ilerlerken ve kurumlarda çalışmalar yaparken karşına hiç zorluklar çıkmıyor mu? Ve bu zorluklarla nasıl baş ediyorsun? - Aslında ben de, etrafımda gördüğüm kişiler de, gerçekten zor durumda kaldıkları, şartlarının zorlaştığı zamanlarda, yani yatay yaşadığımız zamanlarda, biz bu çözümleri bulamıyoruz. - Ne demek yatay yaşamak? - “Sabah kalk, dışarı çık, işe git, işini yap, eve dönerken alışverişini yap” İşte  bu bir yatay yaşama örneğidir. Hızlı bir şekilde yaşamaktır. Ne olduğunu bilmiyoruz ve gerçekten otomatik bir pilota bağlanmış bir hayatta yaşıyoruz. Yatayda yaşarken, kendi hayatımız ile ilgili çok da fazla bir şey yapamıyoruz.  Ama... Yatay yaşamın içinden çıkıp dikey yaşama geçtiğimiz zaman… - Bu “dikey” kavramını biraz açar mısın?  - Eğitimlerimizde, en çok cebe alınan, hayata geçen, en değerli kavramlardan biridir bu: “Eski bir katılımcımızın bize aktardığı gibi, “bi” ile söylüyoruz: “Bi durmak, bi bakmak, anlamak, gözlemlemek, daha da derine bakmak, anlamını idrak ederek bununla ilgili anlayış geliştirmek, yaşanılan farkındalığı almak, daha sonra kararlarımız ile ilgili seçenekleri bulmak, o seçeneklerde öncelikleri belirlemek ve seçimimizi yaparak, eyleme geçmek... Böylece kişi, kendi deneyiminde, keşif yapmış oluyor. Biraz önce verdiğimiz “ben değersizim” bir örnek, “hayır diyememek bir başka örnek, “topluluk önünde konuşamamak” da başka bir örnek… Her ne ise o rahatsızlık için gereken çözümler, yatay yaşamla bulunacak şeyler değil, mutlaka dikey olması lazım yani, şöyle bir derine bakmak ve  içe dönmek gerekiyor.  İçimizde yaşanılan şey, öfkeyse, acıysa, üzüntüyse bu duyguyu hiç eğip bükmeden hiç bastırmadan olduğu gibi anlamak… “Evet ben şimdi öfkelendiğimi hissediyorum ama öfke ben değilim” Yani öfkeyle kendimin hemhal olmamam gerektiğini ancak, dikey yaşamda anlayabiliyorum. Çünkü o zaman kendimden dışarı çıkıp, öfkemle diyalog kurabiliyorum. - Örnek verebilir misin? Örnek bir iç diyalog; “Şu an ben öfkeli değilim, benim bir tarafım öfkeli” “Peki, bu öfkeyi neremde hissediyorum?“ “Göğüs kafesimin içinde” “O öfkeyi o an oraya getiren ne oldu? ” “Benim şu an öfke, hangi değerime dokunacak?”  İşte bunlar dikey yaşamın sorularıdır… Ve aslında öfkelenmek de o kadar kötü bir şey değil tabii iyi yönetilirse... Bu soruları sorduğumuz zaman, anlamış oluyoruz, anladığımız için de zaten bizi rahatlatacak ve öfkeyi yönetecek seçenekleri bulmuş oluyoruz. Bu da ancak dikey bakışın farkındalığıyla mümkün... Burada bir kısmını sizinle paylaştığım çok değerli bu söyleşinin tamamını merak ederseniz, size tavsiyem: Bi durup “Gülhan Berkman Youtube” hesabından keyifle izlemeniz olacaktır. Sevgiyle Kalın.