EKIM2017 Günter Soydanbay
İzmir’in öyküsünü anlatmak
Özellikle Batı dünyasında iletişim alanında çalışanların saygı duyduğu bir tabir vardır: Storyteller. Türkçesi öykü anlatan kimse. Gel gelelim sözlüğü açıp storyteller’ın karşılığına bakarsanız önce şunları görürsünüz: Hikayeci, martavalcı (palavracı) ve yalancı. Yurtdışında elde ettiği her başarıda destan yazdığına inanan bir toplumun, öykü anlatmayı hikaye yazmak, palavra atmak ve yalan söylemek şekilde görmesi ilginç bir bilinç dışında yansıması. Dolayısıyla başlığında öykü geçen bir yazının ciddiye alınma ihtimali de azaltıyor. Yine de şansımızı deneyelim, bu ay Detroit’e gidelim ve bir öykü anlatalım. Amerikan otomotiv endüstrisinin kalbi olan Detroit, bir zamanlar dünyanın en önemli şehirlerinden biriymiş. 1950’lerde gücünün zirvesine ulaşan kent, o günlerden bu yana ciddi bir gerileme yaşıyor. Öyle ki, 2013 yılında Detroit Belediyesi iflas ettiğini açıkladı. Geçtiğimiz 60 yılda şehrin nüfusu %60 azalmış. Bu düşüşün en keskin olduğu zaman da 2000-2010 yılları arası olmuş. Bir zamanlar dünyanın en şaşalı ofislerinin, tiyatrolarının ve opera binalarının inşa edildiği Detroit, UNESCO tarafından -haklı olarak- Tasarım Kenti olarak tescil edilmiş. Öte yandan şehirden 1 milyonun üstünde insan göç ettiği için o güzel binalar şu anda bir emlak mezarlığına dönüşmüş. Nüfusun %83’ünü siyahiler oluşturuyor -ki bu oran Amerikan şehirleri arasında birinci sırada. Bu insanların üçünden biri yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Detroit’in yaşadığı nereden bakarsanız bakın tam bir trajedi. Fakat Detroitliler kentlerinin hikayesinin mutsuz sonla bitmesine razı değil. Ve gidişatı değiştirmek için daha önce yapılmayan bir ilke imza atmışlar: İlk kez bir Amerikan belediyesi Öykücübaşı şeklinde kamusal bir pozisyon yaratmış! Detroit’te göreve gelen Aaron Foley başarılı bir gazeteci. Öykücübaşının amacı Detroitlilerin kentlerine karşı bakış açısını değiştirmek. Foley’e göre basında Detroit hakkında çıkan haberler bir kaç konu başlığından ibaret: Suç, ırk odaklı sorunlar, polis şiddeti, yıkılan binalar ve prematür şekilde çuvallayan vizyon projeleri. Bunların hepsi birbirinden depresif konular. Oysa “kentte 200’e yakın özgün mahalle olduğunu” söylüyor gazeteci ve buralarda her gün yaşanan başarı, sevgi ve gurur dolu hikayelerin Detroitlilerce duyulmadığına inanıyor. Öykücübaşının ilk işi The Neigborhoods (Mahalleler) isimli bir site açmak olmuş. Bunu Detroit Mahalleleri Rehber Kitabı takip etmiş. Detroitliler Detroit’i tanıdıkça, kentle kentliler arasındaki bağın da güçleneceğine inanıyor Foley. Öykücübaşı başarılı olur mu olmaz mı bunu zaman gösterecek. Ama Detroit’in hikayesiyle – İzmir’inki arasında bazı paralellikler kurmak mümkün. İki şehir de geçmişte çok şaşalı günler yaşamış. İki şehir de bir süre yerinde saymış hatta belli konularda gerilemiş. Ve iki şehir de -belki bir daha hiçbir zaman eskisi kadar başarılı olamayacağını bilse de- daha iyi bir gelecek için, geçmişinden alabileceği dersler olduğunu biliyor. Daha önceki yazılarımızda da belirtmiştik. İzmir’in nüfusu 1940’da sadece 600 bin kişiymiş. Şu anda ise kentte 4 milyondan fazla insan yaşıyor. Üstüne üstlük TÜİK’in verilerine göre İzmir sokaklarında göreceğiniz iki kişiden biri İzmir dışında doğmuş! Böylesine ciddi bir sorunla boğuşan bir kentin yapması gereken; hemşerilerini, her fırsatta şehrin geçmişi ve kültürel değerleri hakkında eğitmek olmalı. Bu yüzden belediyenin düzenlediği ücretsiz kent turları son derece yerinde... Öte yandan fiziksel dünyada düzenlenen aktivitelere katılım sınırlı kalabiliyor. Sanal dünyada yapılan tanıtım faaliyetleriyse daha geniş kitlelere erişebiliyor. Acaba İzmir Büyükşehir Belediyesi aynı Detroit gibi bir Öykücübaşı pozisyonu yaratsa… Bu kişiye İzmirlilere İzmir’in ve ünlü İzmirlilerin hikayelerini anlatma görevini verse… Eski semtlerin ve oralarda doğup büyüyenlerin öyküleri geniş kitlelere aktarılsa… Hatta etkileyici bazı hikayelerin film veya diziye dönüştürülmesi sağlansa… Ne dersiniz güzel olmaz mı?