EKIM2017 Metin Rodop
Kadının ikilemi
KADININ İKİLEMİ: BiR DİKTATÖRÜN SEVGİLİSİ OLMAK MI YOKSA SIRADAN BİR ADAMIN KARISI OLMAK MI? Bu sorunun ilham kaynağı, geçenlerde elime geçen, Fransız yazar Dianne Ducret'nin "Diktatörlerin Kadınları " adlı kitabı oldu. İnsan köşesinde keyifle oturup, bugün var olan veya gelecekte var olacağı varsayılan bir aşkın tadını çıkarmanın hayalini kurarken birdenbire böyle bir seçimle karşı karşıya kalsa yazı tura atarak işin içinden çıkamayacağı ortadadır. Bununla birlikte bir kadın ve erkek arasındaki ilişkinin ne olduğu veya ne olabileceği konusundaki belirsizlikler zaten gizemini korurken böyle bir soru sorarak durumu daha da karmaşık hale getirmiş olabilirim. Ama kim bilebilir ki talih perisinin karşınıza kimin çıkaracağını ya da kendi halinde gözüken bir sevgilinin daha sonra bir diktatöre dönüşmeyeceğini? İşte bu anda, bir kadın her şeyi elinde tutan bir gücün kölesi haline gelir mi diye sormanın tam sırasıdır. Bunu sorarken bu koşullarda bir kadının başka seçimler yapabilecek düzeyde özgür bir kadın olması gerektiğinin altını çizmeliyiz. Aksi takdirde zaten seçim şansı olmayan birine böyle bir soruyu sormak saflık olurdu. Öte yandan bu soruyu sorarken, yüzleri ve davranışları birbirine benzeyen erkeklerle evli olup, halk arasında “kendi halinde” denilebilecek türde bu kocalarla yaşamak zorunda olan zeki ve birikimli kadınların varlığını da göz ardı edemem. Ama kendi hayatında sevimli ve sadık bir koca ya da çocukları için şefkat dolu bir baba figürü olarak var olan bu adamlarla yaşayan bir kadın için böyle bir sorunun çok provoke edici olacağını kabul etmek gerek. Her ne kadar “Diktatörlerin Kadınları “başlığı ilk anda bu kadınların, onların sevgilisi, eşi, dostu veya yoldaşı olduğunu değil de sanki sahip oldukları bir nesne gibi olmasını çağrıştırıyorsa burada asıl konumuz durumun bu şekli ile tanımlanmasından çok bu kadınların neden bu acımasız ve sert liderlerin peşine takıldıkları yönündedir. Örneğin, Stalin’in sevgilisi onunla geçirdiği zor yıllar içinde 10 kg kaybetti, ama her şeye rağmen onu sevmeye devam etti. Bu kitabı okuduğumdan söz ettiğim bir arkadaşım bana “Hitlerin sevgilisi olmak isterdim” dediğinde ilk anda bunu biraz fantastik bir hayal olarak nitelemiştim, ancak kitapla birlikte düşüncelerim değişmeye başladı. Çünkü bunun göründüğü kadar yadırgatıcı olmayabileceği gerçeği ile yüzleştim. Kadınlar hiç kuşkusuz güçlü ve popüler erkek imajına ciddi sadakat gösteriyorlar. Ancak her kadın mı ? Bunu tam olarak bilemiyoruz. Ama araştırmacılar güce ya da iktidara sahip olmanın çoğu kadın için çekici olduğunu söylüyorlar. Gerçi günlük hayatında sert ve güçlü erkek imajina odaklanmış ve onu bir erkeğin bir özgüveni olarak algılama yanılgısına düşen kadınlar için, bu ilk bakışta kişisel bir mesele gibi gözükebilir ama geçmişlerinde ya aşağılanmış ya da yoksunluklarla geçen dramatik bir hayatın sonucunda güçlü bir aşağılık duygusu ile birleşen tutkular ve arzuların bileşimi daha önce hiç görmedikleri saygıya ve övgüye, hiç tatmadıkları sevgiye sahip olabilmek adına bu tarz erkekleri beğenme eğiliminde oldukları söylenebilir. Üstelik bu kadınlar çoğu zaman ikinci planda kalmaya razı kalarak, kendilerini onlar adına savunacak bir kabadayı görünümünde olan bu kişileri bir şövalye gibi algılıyor, bu güç gösterisinin dayanılmaz cazibesine kapılabiliyorlar. Örneğin,Nazi Almanya’sının Propoganda Bakanı Joseph Goebbels’in karısı Magda Goebbels "Kocamı seviyorum ama Hitler'e duyduğum aşk daha güçlü. Onun için hayatımı veririm " ya da Portekiz’de diktatör Salazar'ın sevgilisi Christine Garnier "Salazar’ın yüzünde sadece gözlerini gördüm, koyu renkli, etkileyici ve çıkıntılı gözlerdi. Şaşkınlıkla sersemlik arasında bir yıldırım aşkına tutulmuştum. Salazar’ın her şeyi başımı döndürmüştü.” şeklinde ifadelerle hayranlıklarını dile getiriyorlardı. Öte yandan hangi ekonomik ve sosyal düzeyde olursa olsun ne tür kadınların böyle bir senaryonun parçası olabilecekleri konusunda elimizde çok fazla örnek olmasa da günlük hayatın içinde bazılarının davranış kalıplarına bakarak sadece tahmin yürütebiliriz, çünkü aşkta belirsizlik ve merak duygusu her zaman cazibesini korur. Bu esnada, bazı erkekler de ne yapsak da, kadınların ilgisini çeksek diyerek diktatör olmaya kalkarlar mı bilemem ama onlara da acımasız bir tiran olmanın analizinin yapıldığı başka bir kitap tavsiye edeceğim. İçimizdeki Yabancı -Nefretin Kökenleri adlı kitabın yazarı Alman Psikiyatrist Arno Gruen, kitabında diktatörler de dahil olmak üzere empatiden yoksun ve acımasız liderlerin içlerinde taşıdıkları düşmanlığın nedenlerini analiz etmekle kalmıyor, zeka seviyesi belli ölçülerin üstünde erkeklerin bile neden böyle güçlü liderlere koşulsuz itaat ettiklerini anlamamıza ışık tutuyor. Böylece diktatörlere aşık olan kadınların da bir başka açıdan profilini çizmiş olan Diane Ducret ile bir noktada buluşmuş oluyor. En çaresiz olduğunuz ve olan biten şeylere mantıklı bir cevap veremediğiniz ya da “kader” diyerek kendinizi teselli ettiğiniz anlarda belki zihninizi bu şekilde bir süre için huzura kavuştursanız da ruhunuz arka planda hüznünü yaşar; çünkü o evrenden hala bir cevap beklemektedir. O cevabın ne olduğunu bilseydik “her şey çok farklı olabilirdi “ gibi çok duyulan bir serzenişte bulunmazdık ama yine de durum gözüktüğü kadar umutsuz değildir. Nasıl bir hayat süreceğinizi belirleyen yüzlerce, binlerce değişken olabilir ama bunların en başına “kişiliğinizi” koymanız gerekir. O yüzden kimi seveceğiniz ve kimin tarafından sevileceğiniz konusunda kişiliğinizin de, kişisel tarihinizin de büyük bir payı olduğu açıktır. Öyle ise bir diktatörün sevgilisi olmanın mı, yoksa sıradan ve kendi halinde bir erkeğin karısı olmanın mı tercihe şayan olabileceği sorusunun cevabına oldukça yakınlaşmış oluyoruz. Bu noktada; seçeceğimiz kişinin kim olabileceğine yönelik bir soru sorulacaksa eğer, önce kim olduğumuzu sorgulamanın daha tutarlı olacağı konusunda herkesin uzlaşı içinde olması gerekir. Sadece buna verilecek anlamlı bir cevap bile kişiyi varsayımlar ve beklentilerden örülü bir fantezi dünyasından çıkarıp gerçek bir huzura ulaştırmakla kalmayacak, hiç olmazsa Nietzche’nin dediği gibi kaderini, seveceği bir kader haline getirecektir..