MAYIS2019 Reşat Kutucular
Mağdur Mağruru yendikçe
Göztepe’nin Başakşehir’i deplasmanda 2-0 yendiği maçın sabahı… İyi uyumuşum. Hava bahar. Yaprak kımıldamıyor. Çay demli… Zeynel’in gevrek bugün bir başka güzel… Bahçede karatavuklar… Ateş ağacı da patlamış… Pikapta Pink Floyd’un “Wish You Were Here” albümü... Benden iyisi yok bu sabah. Çek çek Instagram’a koy, öyle yani. Ne gam, ne keder, ne kaygı, bir kaç ferah saat işte… Sonra yine dönerim “ülkeye”… Katıksız 55 yıllık Göztepeliyim. Öyle büyüdüm. Ara ara uzaklaşsam da göz ucuyla hep izledim. Bu elli beş yılda akşamki gibi bir sevinci, rahatlamayı kaç defa yaşamışımdır diye düşündüm. On defa değil… İlki 1967 yılında Alsancak stadında 3-0’lık Atletico Madrid maçı sonrasında olmalı. Sonra 1978 yılında İstanbul Şeref stadında son dakikalarda gelen golle alınan 2-1’lik bir Beykoz galibiyeti var. İki maç sonra da Adapazarı’nda Sakaryaspor maçı sonrası yapılan taraftar yürüyüşü var. En son Süper Lig’e çıkarken Eskişehirspor’a karşı alınan play off galibiyeti var. Şu an aklıma geleneler bunlar. Göztepe açısından önemli bir maçtı tamam. Ama aslında bu galibiyet başka şeyleri sembolize ediyor. Maç boyu ve sonrasında sosyal medyada kopan tezahürat bunun göstergesi. Başakşehir sadece “bir futbol takımı” değil. Bugünün Türkiye’sine dair pek çok şeyin temsilcisi. İktidarın takımı… Parayı basar, takımı kurar, sonucu alırız şeklinde çalışan aklın bir projesi. Hakemler de yardımcı olurlarsa… Taraftar tabanı yok. Mali gücü sorgulanamıyor… Daha önce ismi İstanbul Büyükşehir Belediye futbol takımı idi! 31 Martta Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir’e Başkan seçilmesinden sonraki 4 maçta aldığı puan 4. Bu dört maçın 3'ünü sahasında oynadı. Hani sosyal medyada derler ya: Bunlarda mı tesadüf? Aslında Abdullah Avcı takdir ettiğim bir teknik direktör. Ortada bir “emek” olduğu da inkar edilemez. Avcı yıllardır uğraşarak diğer takımlardan farklı, “makine düzeninde” oynayan bir takım yarattı. Futbolu seven biri olarak bu teknik direktörlük performansını takdir etmiyor değilim. Ancak bu ülke böyle işte… Sivrileni, başarı gösterenin savunmak hiç de kolay olmuyor. Zira o başarının arkasında maalesef çoklukla bir kirlilik oluyor. Daha da radikal bakarsam... Son yıllarda, kirlilik olmadan başarı gelmiyor. Kabul dünya da kirli, ama bizdeki kirlilik öyle böyle değil! Eğitimi, hukuku, ekonomisi özetle düzeni bu olan ülkede bloklaşma belli. Bir tarafta cehaletin verdiği küstahlık ve inanılmaz bir öz güvenle ortada mağrur mağrur dolaşanlar. Diğer yanda bir yığın saçmalık sonucu itilen kakılan, işinden olan, hapse atılan, baskı altında yaşayan mağdurlar... Mücadele bu mağrur güruhla giderek büyüyen mağdur kitle arasında... Mağdur olan kendini savunamıyor, sesini yükseltemiyor. TV kanalları bloke, iki üç radyo, üç beş gazete var hepsi hepsi... Hani eğer bir gaz sıkışmasından söz edilecekse asıl sıkışmanın nerede olduğu çok belli. O yüzden Başakşehir kaybedince insanlar “kazanmış” hissediyor, yeri göğü inletiyor... O yüzden statlardan İzmir marşı eksik olmuyor... O yüzden sosyal medyada kıyametler kopuyor… O yüzden Buket Aydın'ın Kanal D’deki görevine son verilmesi havai fişek gösterileriyle kutlanıyor. Mağdur olanlar iktidar cenahındaki her gerilemeyi önemli bir kazanım olarak görüyorlar. O blokta açılan her delik, küçük ya da büyük, geleceğe dair insanları ümitlendiriyor. Şimdi ülke yol ayrımında. Ya normalleşmeye niyetlenecek, ya da iktidar “yönetememe halini” daha da sertleşerek sürdürmeye çalışacak. Bunun işaret fişeği de YSK’nın İstanbul’la ilgili aldığı karar olacak. Seçimin tekrarı durumunda dibin de dibinin olduğunu yaşayarak göreceğimizden korkarım. Çünkü o yol Cumhur İttifakının devamı değil, bekanın el yükseltmesi olacaktır! Gördüğünüz gibi Instagram’lık ruh halim fazla sürmedi. Yine döndük acı gerçeklere… Neyse çaldığımız dakikalar kardır. İnadına Göztepe…