TEMMUZ2019
Reşat Kutucular
Gecikmiş ve birikimli
İstanbul’un kaybedilişi AK Parti için çok önemli bir kırılma noktası. Son 10 yılda pek çok badire atlatan ve Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde bugüne kadar gelen bu siyasi bütünlük yakın gelecekte yeni risklerle karşı karşıya.
Kadroları daralmış, örgütü yorgun görünüyor. En son yerel seçimlerde üç büyük kentin kaybı Ak Parti için kırmızı olmasa bile turuncu alarm anlamına geliyor.
Ekrem İmamoğlu “doğru zamanda ortaya çıkmış bir düşüncenin” temsilcisi gibi. Gayet iyi gidiyor.
Ben hiç Ak Parti’ye oy vermedim. Esasen Ak Parti’ye kızgınım.
Sebebi net: Küresel rüzgârlar sayesinde ülkenin ayağına gelen altın bir “dönüşüm fırsatını” sadece heba etmekle kalmadı, “her alanda yarattığı tahribatla” ülkenin gelecek beş on yılını da zora soktu.
Seçmenin Ak Parti’ye “kendinize gelin” mesajını çok daha önce, mesela 2017 referandumunda vereceğini düşünüyordum.
Anlaşılan o ki insanlar “içlerine sindirdikleri muhalefet dilini” ancak 2019 yerel seçimlerine gidilirken buldular. Ak Parti’ye epeyce gecikmiş ve birikimli bir fatura kestiler.
Geçmişi şöyle bir hatırlayalım:
*** Ak Parti tabandan gelen bir siyasi hareketti. Ceberut devlete karşı muhafazakar itirazdı. İlk yalpalamayı 12 Eylül 2010 referandumu sonrasında yaşadı. Hizmet hareketine çok alan açtı. Sonrası malum… Ancak özellikle 16 Nisan 2017 referandumundan sonra partinin tabanla bağı zayıfladı, Saray odaklı bir yapı haline geldi.
*** 2013'te Gülen hareketiyle gerilen ilişkiler ve 15 Temmuz sonrası yaşanan tasfiye süreciyle beraber partide “insan kaynakları sorunu” belirgin biçimde ortaya çıktı. Bu yetmezmiş gibi yandaşlık hemen her alanda liyakatin önüne geçti.
Peki, bu olumsuzluklara rağmen parti ve doğal lideri nasıl oy almaya devam etti? Çünkü işler yolunda “görünüyordu”, öyle “anlatılıyordu”.
*** 2001’de New Yorkta uçakların kulelere çarpması ile dünyada başlayan faizleri indirme dönemi ve bizim AB ile süren flörtümüz Ak Parti’ye 2010’a kadar iktidarını pekiştirmesi için yardımcı olmuştu. Özellikle ülkenin hemen her yerinde yapılan inşaatlar “refah hissi” yaratıyordu.
*** O arada 2008 krizi sonrasında adeta piyangodan çıkan büyük ikramiye gibi gelişmekte olan ülkelere bol küresel likidite akmaya başladı. Yalpalamakta olan iktidar böylece defolarını örttü. Çarklar dönmeye devam etti. Arkasındaki medya gücü de iş başındaydı. Bazen gerçeklikten koparak, arada bir sebep sonuç ilişkilerini çarpıtarak, bazen de düz yalan söyleyerek ülkedeki “ekonomik gidişata” övgüler düzülüyordu.
*** 2012 Şubatında Hakan Fidan ifadeye çağrıldı. Bu Gülen hareketiyle yaşanan “ilk sıcak temas” olacaktı. Ama asıl kötü haber bir yıl sonra Amerika’dan geldi. FED Başkanı Bernanke 22 Mayıs’ta küresel finansal ortamın eskisi kadar gevşek olmayacağını deklare etti. Piyasalar karıştı. Dolar tüm dünyada yükselmeye başladı. O gün doların fiyatı 1,85 TL idi!
*** Sonra 17-25 Aralık süreci geldi. Bütün olumsuzluklara rağmen Recep Tayyip Erdoğan süreci iyi yönetti ve 2014 yerel seçimleri kazasız belasız atlatıldı.
*** Ardından 7 Haziran geldi. Ak Parti ilk ciddi seçim yenilgisini almış oldu. Ancak Erdoğan burada da siyasi bir manevrayla ülkeyi 1 Kasım seçimlerine taşıdı ve parti yeniden tek başına iktidar oldu. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kentlerin ortasında yaşanan terör olaylarında 600’ü aşkın kişi hayatını kaybetti. Ak Parti Mhplileşmeye başladı.
1 Kasım’da tekrar yakalanan iktidarın 4 yıl sonra 31 Mart seçiminden sonra seçimin tekrarı için “ilham kaynağı olması” dramatikti. 6 Mayıs’ta YSK’nın seçimlerin 23 Haziran’da yenilenmesi kararı makul bir akıl için çok riskli hatta “çılgınca bir adım” olarak görünüyordu. Sonuç Ak Parti gerçekten de açısından hezimet oldu.
*** Yeniden geriye dönelim… 1 Kasım’dan sonra 2016’da 15 Temmuz yaşandı. Gülen hareketinin tasfiyesi hızlandı. Ülke OHAL çerçevesinde yönetilmeye başlandı. Dil iyice sertleşti, ülkede on yıllardır sorun olan “hukukun üstünlüğü” daha da gölgelendi. Ülke dışarıda da yalnızlaşmaya başladı.
*** 2017’de herkes için önemli bir kırılma noktası olan “başkanlık referandumu” geldi. Mühürsüz oylar geçerli sayıldı, referandumdan evet çıktı. O dönemde ekonomiden gelen kötü sinyaller iyice artmaya başlamıştı. Dolar fiyatı 3,60lara gelmişti.
Ardından 24 Haziran'da erken seçime gidildi. Recep Tayyip Erdoğan Başkan, Cumhur İttifakı iktidar oldu. Ağustos’ta dolar 7,2 TL’ye vurdu. Enflasyon %20’yi aştı. Ak Parti’nin amiral gemisi ekonomi artık su alıyordu. Yangın mutfağa girmişti.
Yıllarca refah artışı hisseden büyükşehirler işsizlik ve hayat pahalılığı eşliğinde fakirleşme dönemine girdi. Sonucunda 31 Mart seçimlerinde Ankara, İstanbul, Adana, Antalya kaybedildi.
Bu tabloya bakınca, kampanya sürecinde yapılan inanılmaz hataları da göz önüne alınca aslında Binali Yıldırım’ın İstanbul’da fena bir oy almadığını söylemek mümkün. Ben İmamoğlu için %60’ların mümkün olduğunu düşünmüştüm.