OCAK2020 Reşat Kutucular
Veri bağımlısıyım
İtiraf etmeliyim, iflah olmaz bir “veri bağımlısıyım”. On on beş yıl önce böyle değildim. O zaman veri toplamak, veri işlemek, veriyi paylaşmak bu kadar kolay değildi. Artık futboldan trafik kazalarına, ekonomiden hava kirliliğine kadar her şeyi veri üzerinden izleyip veri bazında anlamaya çalışıyorum. Veri yoksa yorum yaparken tedirgin oluyorum. Birisinden kafama yatmayan bir şey mi duydum. Hemen veriyle sağlamasını yapıyorum. Bu iyi bir şey aslında… Atıp tutanların devri yavaş yavaş kapanıyor. Şunu bir netleştirelim: Veri çağındayız. “Veri yeni sermayedir” diyenler var. Veriye dayalı meslekler, mesela veri mühendisliği yükselişte… Buna rağmen hala daha “her şey istatistik değildir” ya da “üç çeşit yalan vardır, yalan, kuyruklu yalan, istatistik” tekerlemelerini sık duyuyorum. O zaman gülümsüyor ve içimden “yalancının mumu artık ikindiye bile kalmıyor, onu ne yapacağız?” diye mırıldanıyorum. Öteki veri sayesinde tabii… Veri üzerinden yalan söyleyenin ya da gerçeği çarpıtanın ya da resmin sadece bir kısmını gösterenin panzehri yine verinin kendisi… Veriye veriyle cevap verip çıkarımı düzeltmek keyifli bir iş… Bizde esas sorun veri üreticilerinin hiç kullanıcı dostu olmamaları. Adeta “ne yapacaksın kardeşim sen şimdi o veriyi?” der gibiler. Veriye ulaşmak çabalamanız, pes etmemeniz, bilgisayar bilginizin yeterli, analitik bakışınızın güçlü olması gerekiyor. Burada bir sürü örnek verirdim ancak o zaman yazı rayından çıkar. Sadece şunu söylemekle yetineceğim. Sekiz yıl önce o zaman TÜİK başkanlığına yeni atanan Birol Aydemir’e gazetedeki köşemde bir mektup yazmış Amerikan beyzbol ligi MLB’nin web sitesinin TÜİK sitesinden daha kullanıcı dostu olduğunu iddia etmiştim. Sağ olsun kendisi de ümit veren bir cevap yazmıştı. 2016 Şubat’ta görevinden ayrıldı. Ben hala aynı düşüncedeyim, onu söyleyeyim. Neyse gelelim sadede… İzmir-İstanbul kıyaslaması İzmir’de çok yapılır. İzmir’in bazı hırslı kanaat önderleri kendilerine ölçü olarak yüzyıllarca başkent olmuş, tabiri caize memleketin geri kalanını emmiş İstanbul’u alırlar. Onlara göre İstanbul uçup gitmiştir, İzmir’de hayat yoktur. Bir başka grup fikir babası da İzmir’i Türkiye’nin en büyük köyü olarak niteler. Köy burada aşağılayıcı bir sözcük olarak kullanılır. İzmir geri kalmıştır. Neyse, geçmişte defalarca bu konuyu yazmama rağmen bunlar aynı tekerlemelere hala devam ediyorlar. Bir kez daha deneyelim belki kavrarlar… İlk grafiğimiz İstanbul ve İzmir’i Türkiye’nin ürettiği mal ve hizmetlerden (GSYH) aldığı paylara göre kıyaslıyor. 2004’te İstanbul’un aldığı pay İzmir’in 4,58’ken 2015 ve 2016’de tepe yapıyor ve 4,95’e kadar geriliyor. 15 yılda yüzde 8’lik bir artış. Uçup gitme durumu yok. Gözlenen dinamizm farkı kayıt dışı ekonominin İstanbul’da daha büyük olmasından kaynaklanıyor olabilir. 2008 krizinden sonra oran yataylaşıyor. 2009’da İstanbul’un aldığı pay İzmir’in 4,88 katıyken dokuz yıl sonra 2018’de ola ola 4,95 katı olmuş. Bu grafik ise kişi başı gelir açısından İstanbul ve İzmir’i kıyaslıyor. 2004’te İstanbul’un kişi başı geliri İzmir’in 1,55 katı. 2018’de oran 1,42’ye geriliyor. Son on beş yılın en düşük değeri 1,40’a yakın…. Son olarak da İzmir’i son yıllarda hızlı gelişme gösteren Antalya ile kıyaslayalım. Antalya 2018’de ülke ekonomisinden İzmir’in yaklaşık yarısı kadar, yüzde 3 pay aldı. 2004’teki payı daha yüksekmiş yüzde 3,2! Kişi başı gelire bakalım: 2018’de Antalya’nın kişi başı geliri 48.123 TL, İzmir’inkinden yüzde 11 daha düşük… Garip ama 2010’da Antalya ve İzmir’in kişi başı gelirleri birbirine yakın. Son yıllarda hem İstanbul hem Antalya kişi başı gelir açısından bal yapmaz arı gibi olmuşlar…