MAYIS2017 Şükran Yücel
Film Festivali'nden İzler
İstanbul Film Festivali'nin 36'ncısı da iyi filmlerle iz bırakarak geçti. 5-15 Nisan arasında düzenlenen festivalde Ulusal ve Uluslararası Altın Lale yarışmalarında çok sayıda film yarıştı. Ulusal Belgesel ve Kısa Film yarışmalarında da birçok nitelikli film vardı. Sinemada İnsan Hakları Yarışması da 2007'den bu yana Avrupa Konseyi ve Eurimages işbirliğiyle gerçekleşiyor. 36. İstanbul Film Festivali, genç ustaların filmleri, dünya festivallerinin gözdeleri, yıllara meydan okuyanlar, mayınlı bölge, antidepresan, gömülü hazineler, cinemania, nerdesin aşkım, iyi bir komşu gibi bölümleriyle sinema tutkunlarını salonlara çekmeyi başardı. Festivalin en çok merakla beklenen Ulusal Yarışma bölümünde genç yönetmenlerin en son filmleri yarıştı. Yönetmenlerin türlü zorluklarla ve imkansızlıklarla çektikleri filmler ilk kez seyirci önüne çıktı. “GENÇ KARL MARX” VE KIZLARI Festivalin biletleri satışa çıkar çıkmaz tükenen ve ek seanslar konan filmler vardı. Bunların başında Raoul Peck'in “Genç Karl Marx” (Le Jeune Karl Marx) adlı filmi geliyordu. Haitili yönetmen Raoul Peck'in festivalin İnsan Hakları bölümünde gösterilen “Ben Senin Zencin Değilim” (I'm Not Your Negro) filmi de dikkar çekenler arasındaydı. “Genç Karl Marx” 19 Mayıs'ta Başka Sinema kapsamında vizyona girecek. Karl Marx'ın siyasi baskılar sonucu Almanya'dan ayrılıp Paris'te yazılarıyla sosyalizm mücadelesine devam ettiği gençlik günlerine odaklanan filmde Friedrich Engels, Proudhon ve Bakunin gibi dönemin ünlü sosyalist liderleri de yer alıyor. Özellikle Marx'la Engels'in birlikte verdikleri mücadeleyi ve dostluklarını anlatan film, yaşam boyu devam eden bu güç birliğinin nasıl başladığını gösteriyor. “Genç Karl Marx” filmi, Manifesto'nun 1848'de yazılışıyla bitiyor. Film, Marx'ın hayatına giriş filmi gibi. Filmden çıkınca Marx'la Engels'in hayatlarının sonrasını da merak ediyorsunuz. Marx'ın hayatını öğrenmek isteyenler biyografilerini okuyabilir. Fikir mücadelesiyle geçen bir hayat. Bence eşinin ve kızlarının hayatları daha da ilginç. Marx'ın zor hayatı, karısını ve kızlarını da fazlasıyla etkiliyor. Hep onun gölgesinde yaşıyorlar. Ünlü ve önemli adamların eşleri hep geri planda kalır, görünmez olur. Türlü engelleri aşarak Marx'la evlenen Jenny von Wespthalen aristokrat bir ailenin kızı, bir barones. Jenny, Marx'ın yazılarını temize çekiyor, kendisi de dergilere makaleler ve tiyatro eleştirileri yazıyor. Kültürlü ve donanımlı, entelektüel bir kadın. Filmde Marx, Jenny'nin soylu geçmişinden şakayla söz ediyor. Jenny, Marx'la evliliğinde 7 çocuk dünyaya getiriyor. Dördünü çok küçükken hastalıklar yüzünden kaybediyorlar. Paris'te ve Londra'da büyük bir sefaletin ortasında, sağlıksız koşullarda geçirdikleri dönemlerde kolera, tifo ve çiçek gibi tehlikeli salgın hastalıkların ölüm saçtığı yoksul mahallelerde yaşıyorlar. Bir fabrikatörün oğlu olan Engels, Marx'a ve ailesine hayat boyu destek oluyor. Engels, İrlandalı bir işçi kız olan Mary Burns'le birlikte yaşıyor. Burjuva evliliğine karşı olduğu için evlenmiyor. Mary'nin ölümünden sonra onun kızkardeşi Lizzy ile yaşayan Engels, Lizzy ölüm döşeğindeyken son arzusunu yerine getirmek için onunla evleniyor. Engels, mirasının büyük bölümünü Marx'ın kızlarına bırakıyor. Marx'ın büyük kızı Jenny, sosyalist Charles Longuet ile evleniyor. Laura “Aylaklığa Övgü” kitabıyla ünlü Paul Lafargue ile evleniyor. Marx'ın en sevgili kızı “Tussy” adıyla tanınan Eleanor Marx, hiçbir okul eğitimi almamasına rağmen pek çok kitap, makale ve çeviriye imza atıyor. Kısa yaşamı boyunca sosyalizm ve feminizm için ön saflarda mücadele ediyor. Marx'ın El Yazmaları'nı yayına hazırlıyor. “Genç Karl Marx”, Manifesto'nun yazıldığı günleri merak edenler için görülmesi gereken bir biyografik dönem filmi. DALIDA Liza Azuelos'un yönettiği Dalida filmi, bize bir zamanların efsane şarkıcısını hatırlama fırsatını veriyor. Türkçe'de dinlediğimiz ve sevdiğimiz pek çok aşk şarkısının orijinalini Dalida söylemişti ilk kez. Filmle, 1960'lı yılların slow şarkılarının ne kadar etkileyici olduğunu, kalbe dokunduğunu bir kez daha anımsıyoruz. Aşkı tutkulu ve güçlü bir sesle ifade eden yıldız şarkıcının hayatı da aşk ve ölüm acılarıyla dolu geçmiş. Başka Sinema kapsamında festivalin ertesinde vizyona giren film, bizi gençlik günlerimize götüren dokunaklı bir film. Dalida'ya çok benzeyen genç oyuncu Sveva Alviti tarafından başarıyla canlandırılıyor. Başka Sinema, “Bize Her Gün Festival” söylemiyle festivalde kaçırdığımız filmleri izleme olanağı veriyor. İzmir'de Karaca Sineması'ndaki gösterimleri kaçırmayalım. Berlin'de Altın Ayı ödülünü kucaklayan “Beden ve Ruh”'ta, Macar Sineması'nın önemli yönetmenlerinden İldiko Enyedi iki yalnız insanın rüyalarıyla gelişen ilginç bir tutku öyküsünü anlatıyor. Ünlü ressam ve heykeltraş Giocometti'nin hayatının son dönemini anlatan “Son Portre” bizi sanatçının dünyasına davet ediyor. Alejandro Jodorowsky'nin “Sonsuz Şiir”'i, sanatın güzelliğini ve özgünlüğünü yakalayan çok etkileyici bir film. Stefan Zweig'ın sürgün günlerini anlatan “Şafak Sölmeden”, her şeye rağmen şafağın söktüğünü görecek dostlarının olacağını umut eden Zweig'ın son sözleriyle bitiyor. Festivalin filmleri, seyirciye farklı dünyaları gösterirken, her şeyin geçici olduğunu da hatırlatıyor. Festivalde gösterilen belgesellerden “Haykır Saraybosna”, Bosna'da savaşın devam ettiği sırada, bombalar atılır ve keskin nişancılar çocuk, kadın demeden insanlara ateş ederken Bruce Dickinson ve arkadaşlarının Saraybosna'ya gelerek verdiği konserin orada yaşayan insanlara nasıl umut, cesaret ve direnme gücü verdiğini anlatıyor. Umut sanatla tazelenen bir yaşam tarzıdır.