TEMMUZ2017
Şükran Yücel
Mutluluğun resmi
Televizyon ekranlarında, medyada, basında sürekli mutluluk reçeteleri veriliyor. Bu konuda pek çok yeni kitap basılıyor. Yaşam kılavuzları ve yaşam koçları girdi hayatımıza. “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin, Abidin?” demişti Nâzım Hikmet. Bize birileri ekrandan soruyor hâlâ mutluluğun resmini yapabilir misin diye. Mutluluğun tarifini verebilir misin? Mutluluk nedir? Anlık mıdır? Geçici midir? Beyindeki hormonlardan mı kaynaklanır? Bağırsaktaki hücrelerden mi? Mide midir mutluluğun sırrını saklayan? Yoksa kalp midir, bizi kederlendiren? İşin doğrusu, mutluluk reçetelerine hiç inanmadım. Yaşam kılavuzlarını okumadım. Hiçbir insanın bir başkasına mutluluğun sırrını verebileceğini sanmam. Her bireyin beklentileri farklı olduğu için genel geçer kuralları yok bu uğraşın. Gene de son zamanlarda tüm dünyada insanlar mutsuzluk, karamsarlık rüzgârlarının etkisinde. Dehşet verici bir “can sıkıntısı” ortalığı kasıp kavurmakta. Birinci ve İkinci Dünya savaşları sırasında yazılan romanları, hatıraları, şiirleri, denemeleri okuyorum. Tarifi imkânsız kötü koşullar altında bile insanlar günümüzün insanları kadar mutsuz değil. Her şeyden önce umutlarını yitirmemişler. Yüreklerinde hep bir heves, bir coşku var. Bugün ne oldu da insanlar bu kertede umutlarını yitirdiler? Hayatımızı kolaylaştıran bütün bu teknolojik alet edevat, elektronik aygıtlar mı içimizdeki umudu söküp aldı? İnsanlık daha mutlu yarınları özlerken, nerede yanlış yapıldı?
Büyük yanlışların yapıldığını biliyoruz. 1984, Cesur Yeni Dünya, Fahrenheit 451, Damızlık Kızın Öyküsü gibi pek çok bilimkurgu romanında çizilen distopyalar gerçekleşme yolunda. Para, güç, aşk, şöhret insanları mutlu etmeye yetmiyor. Mutsuzluk bulaşıcı bir hastalık gibi toplumlara yayılıyor. Ortaçağ'daki veba salgınları gibi intihar, şiddet, cinayet oranları ürkütücü boyutlara yükseliyor. İnsanlık nereye gidiyor? Değerlerimizi yitiriyor muyuz? Karamsar bir tablo çizip moral bozmak istemem. Tam tersine umut tazeleyecek bir yazı yazmak amacıyla oturdum bilgisayarımın başına. Mucize reçeteler olmadığını bilerek, “ümitvar” olmak için sebepler üretmeye çalışıyorum. Mutsuzluğumuzun başlıca ve asıl nedeni doğadan kopmuş olmamız. Büyük şehirlerde inşaat gürültüleri ve trafik kaosunun ortasında yaşamaya mecbur bırakıldık. Tarım arazileri, ağaçlar, ormanlar, korular, nehirler birer birer değil, toplu halde yok ediliyor. İklimin, doğanın dokusu bozuluyor. Yeryüzünü kirletiyor, hayvanları katlediyoruz. Dünya tarihinin hiçbir döneminde atmosfer bu kadar kirletilmedi. Hâlâ geri dönüşü mümkün diyor, ünlü fotoğrafçı Sebastiao Selgado, “Toprağın Tuzu” (The Salt of Earth) filminde. Örnek olarak da Brezilya'da çöle dönen kendi ailesinin arazisini veriyor. Sadece 15 yıl içinde yüzbinlerce ağaç dikilerek bir cennete dönüşen, içinde çağlayanlar oluşan, artık bir doğa parkı olan kendi çiftliğini gösteriyor. Dünyanın pek çok köşesinde kamerasıyla kaydettiği katliam ve felaket görüntülerinden sonra Selgado'nun yemyeşil parkını beyazperdeye yansıtan film umut veren bir mesajla sona eriyor. Hâlâ doğaya geri dönüş şansımız var. Çünkü doğa öyle bir mucizevi güce sahip ki, kendini yenileyebiliyor. Umut, sevgi hep doğadan kaynaklanan güçler. Yeter ki istensin. Tüm insanlığa ait olan doğal kaynaklar, zenginlikler; kazanç hırsına kurban edilmesin.
Tek tek bireyler olarak da doğayı korumak için yapabileceklerimiz var. İşe kendi ruhumuzu temizleyerek başlayabiliriz. Kin, nefret, öfke, kıskançlık, kibir gibi olumsuz duygulardan arınmak gerek. Victor Hugo, “Nefret, yüreğimizin kışıdır.” demiş. Günümüzde nefret söylemi giderek toplumun geniş kesimine egemen oldu. Bu olumsuz hava mutluluğu engelleyen unsurlardan biri. Yüreğinde kin barındıran kişi nasıl mutlu olsun? Platon, “En mutlu kişi, ruhunda kötülüğün hiçbir izini taşımayandır.” demişti. Bilge insanlar, filozoflar tarih boyunca insanlığa güzel öğütler vererek mutluluğun yolunu gösterdiler. Biz faniler ders almayı bilmediğimiz için çıkmaz yollara saptık. Türkçe'nin ilk büyük eserlerinden biri olan Yusuf Has Hacip'in “Kutadgu Bilig”'i, “saadet veren bilgi” anlamına gelir. 1070'te zamanın hükümdarına sunulan eser, insanlara mutlu olmanın yolunu açıklar. Eserin her zaman geçerli ve evrensel olan mesajı yaşadığımız günleri geçmiş zamanla karşılaştırıp açmaza düşmemekti. Mutluluğun günümüzde de geçerli olan tanımı geçmişe takılıp kalmamak, yaşadığımız güne odaklanmaktır. Öte yandan sevinç veren anıları anımsamak da insanı mutlu eder.
İnsan dediğimiz kusurlarıyla var oluyor. Kusurlarla yaşamayı öğrenmek, başkalarının kusurlarına karşı da hoşgörülü olmak gerek. Her şeyden önemlisi sevmek. Hayatı, insanları kusurlarıyla sevmeyi öğrenmeliyiz. Bilge insan Albert Schweitzer, “Sevgi başkalarıyla paylaştığımızda ikiye katlanan tek şeydir.” demişti. Sevgiyi paylaşarak çoğalabiliriz. Sevme sanatını öğrenmek mutluluğa açılan yoldur. Elbette, herkesin bu yolu bulmasını bekleyemeyiz. Her insan için mutluluğun sırrı farklıdır. Ama bize mutluluk veren müzikten, sanattan, edebiyattan yoksun bırakmayalım kendimizi. Calvino, “Görünmez Kentler”'de şöyle der: “Hüzün kenti Raissa'da da, bir canlı varlığı diğerine bir an için bağlayıp çözülüveren, sonra dönüp hareketli noktalar arasında tekrar gerilerek anlık yeni figürler çizen ve böylece bu mutsuz kente, her saniye, varlığından bile habersiz olduğu mutlu bir kent kazandıran görünmez bir iplik dolaşıyor.” İnsanların arasında da bizi mutlu edebilecek görünmez bir iplik dolaştığını hayal edelim. Italo Calvino kitabını şü cümlelerle bitirir: “Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa, burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: Cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.” Mutluluk yolculuğumuz için ikinci yolu deneyelim, ulaşmayı umut edelim.