EYLULEKIM2024
Günter Soydanbay
Ormanlarımız Yandı. Peki Şimdi Ne Yapabiliriz?
Ormanlarımız Yandı. Peki Şimdi Ne Yapabiliriz?
Geçtiğimiz haftalarda büyük bir felaket yaşadık. Üç gün süren yoğun çabanın ardından geride kalan, İzmir’imizin yeşil alanlarının yerini alan gri bir manzara oldu. Bu, zaten yetersiz olan yeşil alanlarımızın ne kadar da korunmasız olduğunu gözler önüne serdi.
İzmir’in yeşil alan miktarı zaten yangınlardan önce de çok yetersizdi. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin raporuna göre, 2021’de kentte 7 milyonun üzerinde fidan dikilmiş ve yeşil alanlar oluşturulmuş olmasına rağmen, kişi başına düşen aktif yeşil alan miktarı 8.6 metrekareden 8 metrekareye düşmüş. New York ve Londra’da kişi başına düşen yeşil alan 27 metrekare, Viyana’da ise 60 metrekare!
Elbette bu kentlerin iklimi bizimkiyle bir değil. Onlar iklim krizinden bizim kadar etkilenmiyor. Öte yandan, bizden farklı olarak, onlar yeşil alanlarını halkın aktif olarak kullanabileceği mekanlar olarak değerlendiriyor. Bizde ise yol kenarları ve refüjlerdeki çiçeklendirme çalışmaları da yeşil alan olarak sayılıyor. Aynı şekilde, mezarlıklar gibi diğer pasif yeşil alanlar da halkın kullanımına uygun değil. Bu nedenle, İzmir’deki yeşil alan miktarı düşündüğümüzden bile az.
Özetle, ciğerlerimizin yanması, sadece mevcut sorunu daha görünür kıldı. Yapmamız gereken, yalnızca ormanları tekrar canlandırmak için ağaç dikme kampanyası başlatmak olmamalı; aynı zamanda şehrimizi bütünsel olarak nasıl yeşillendirebileceğimizi -ve yeşil tutabileceğimizi- düşünmek olmalı.
Hepimizin bildiği üzere, beton binaların ve yoğun trafiğin oluşturduğu ısı, şehirlerdeki sıcaklıkları kırsal alanlardan daha yüksek hale getiriyor. İnsanlar serinlemek için klimalara yükleniyor, artan enerji tüketimi durumu daha da kötüleştiriyor. Oysa yeşil örtü, şehirlere özgü mikro iklimleri iyileştirmede oldukça etkili. Araştırmalar, tek bir ağacın ondan fazla klima ünitesine eşdeğer soğutma gücüne sahip olabileceğini gösteriyor.
Bu yüzden dünyanın dört bir yanında yöneticiler hali hazırda yeşil olan kentlerini ağaçlar, parklar, topluluk bahçeleri ve çatı bahçeleriyle daha da yeşillendiriyorlar. Örneğin, Paris olimpiyatlar için, şehrin merkezinde100 futbol sahası büyüklükte alanı yeşillendirme kararı almış. Londra belediye başkanı Sadiq Khan, şehrin yarısını yeşil alan olarak korumayı planlıyor. Daha önce konuştuğumuz üzere Singapur, doğayı bina ve şehir tasarımlarına dahil etme konusunda ilginç bir örnek sunuyor. Örneğin, binaları böceklerin ve kuşların yaşadığı sık ormanlık teraslar ve gökyüzü bahçeleriyle kaplıyorlar.
Bunlar güzel olmakla beraber daha çok yara bandı mahiyetinde çözümler. Çünkü asıl sorun, 100 yılda yeşile önem vermeden 4 milyonluk bir kent inşa eden, ya da yılın en sıcak günlerinde ormanda mangal yakan zihniyet. İşte asıl iş, bunu değiştirmekte. Ben bu konuda belki karamsar değilim, ama gerçekçiyim.
Davranış bilimciler toplumsal değişimin lineer olmadığını söylüyorlar. Aynı zamanda değişim, topluma homojen de yayılmıyor. Bazı kesimler değişim fikrine daha açık, bazıları ise daha kapalı. Bilim insanlarına göre 30-35 yaşına gelmiş bir insana bir anda doğa bilinci ve saygısı aşılamanız gerçekçi değil. Bu yüzden yetişkin halka, (buna siyasiler, STK’lar, inşaatçılar da dahil) doğaya saygı göstermeleri için sopa göstermeniz gerekebilir.
Asıl değişim çocuklarda ve gençlerde oluyor. Atalarımızın dediği gibi ağaç yaşken eğiliyor. Yeni gelen jenerasyona, anne babalarının, dedelerinin yaptığı hataları yapmamaları gerektiğini göstermeliyiz. Eğer onlara sadece kendilerini değil, üç jenerasyon sonralarını düşünerek hareket etmeyi öğretebilirsek, gerçek zaferi o zaman kazanmış oluruz. Bu açıdan Singapur’un "Doğa İçinde Topluluk" girişimi gibi eğitim programları, çocuklarımızın doğayı öğrenmesine ve takdir etmesine yardımcı olabilir.
Orman yangınlarının ardından oluşan bu gri manzaranın karşısında umutsuzluğa kapılmak kolay; ancak asıl sınavımız, bu felaketin ardında saklı olan fırsatı görmekte yatıyor. O da yanandan daha fazla ağaç dikmek değil, gelecek nesillerin zihniyetini şekillendirmek.