EYLUL2021
ERASMUS
YAŞASIN DELİLİK Erasmus “Eserimin şakacı edasından rahatsız olacak kişilerden rica ederim; Bu tarzda ilk yazarın ben olmadığımı, bunda kendimden önceki bir takım adamların örneklerine uyduğumu lütfen göz önünde tutsunlar. Homeros kurbağalarla farelerin savaşını anlatmıştı, Romalı Virgilius küçük sinekler hakkında, Ovidius cevizler hakkında şiirler yazmıştı. Glachus haksızlığı, Synesius kelkafalıları, Lucian ise sineklerle haşeratı övdüler. Romalı Seneca imparator Claudius’a övgüyü şakacı bir eda ile yazdı. Benim yaptığım onların yolunu takip ederek deliliğe methiye yazmaktan ibarettir” Rotterdamlı Erasmus “İnsanın her yaptığından memnun olmasından daha delice bir şey olur mu” diye sorar durur… Bu ayki “Ustam Bellediklerimde” başka bir usta vardı, onu gelecek ay anlatacağım ama yangın ve sel felaketleri derken hâlâ ve henüz her yaptığından memnun olanları görünce adını bizim öğrenci tayfasının pek sevdiği ama kendisini çok da merak etmediği Erasmus’ta karar kıldım. Bu yazı dizisini planlarken Erasmus’u sıraya alıp almayacağımı bilmiyordum açıkçası. Ama Johan Huizinga’nın ‘Erasmus ve Reform Çağı’ kitabını okuyunca fikrim değişti. Kitap benim en sevdiğim yönü olan gezginliğine merhaba diyor öncelikle… Erasmus’un gençliğinin, gezgin bir bilim adamı olarak geçirdiği yılların, İngiltere, Fransa, İsviçre ve İtalya’da yaptığı çalışmaların, Thomas More’la arkadaşlığının ve Martin Luther’le yaşadığı anlaşmazlıkların izini sürüyor. 16. yüzyılda Erasmus, Avrupa’nın en ünlü isimlerinden biriydi. Hem kraliyet ailesinin hem de üniversitelerin hizmetleri için sıraya girdikleri engin bilgiye sahip olduğu düşünülen bir adamdı.. Hümanizm diye bir şey biliyorsak bunu ilk tanımlayanlardan biriydi Erasmus. Enchiridion’un mesajı Erasmus’un ömür boyu süren çalışmasının mesajı olarak kalacak şeydi: “Bu dünyada cisim ile gölgesinin birbirinden iyice ayrışması ve bu dünyanın saygı göstermemesi gereken kimselere bile saygı göstermesi ne fenadır; körü körüne sevme, tekdüzelik ve düşüncesizlikten oluşan bir gözbağı insanlığın şeyleri olduğu gibi görmesini engelliyor.” Öyleyse ilk sorumuzu soralım aydınlanma adına, “Avrupa hümanizmin ortaya çıktığı dönemde ne durumdaydı” Tabii ki yeryüzünün tek hakimi Kilise… Tabii ki ruhbanlar… Kilise inanılmaz bir otorite halinde, yani kilisenin herhangi bir tavrının, davranışının, herhangi bir öğretisinin, herhangi bir hamlesinin sorgulanması gibi bir şeyi değil düşünmek, akıldan dahi geçmiyor. Çünkü karanlık çağdan çıkılmış, salgınlar, hastalıklar, açlık, sefalet atlatılmış, okuma-yazma oranı inanılmaz derecede düşük. Kilise İncil öğretilerini kendi istediği gibi çok güzel bir şekilde halka yansıtıyor. O da istediklerine. İstemediklerine sadece ve sadece kendi istediklerini aktarıyor. Daha sonra Hitler’de göreceğimiz şeyleri söylüyor Kilise: “Siz günahkârsınız. Bu dünyaya da günahkâr olarak günahlarınızdan arınmak üzere gönderildiniz. Bu sebepten dolayı dünyevi zevklerinizden, dünyaya ait herhangi bir şey yararlanmayın. Gidin, ahiret hayatı yani öteki dünya için ne yapabiliyorsanız onu yapın ve bunun en iyi yolu da hem kiliseye yardım etmek hem de ‘fazla etliye sütlüye karışma’ olmaktan geçiyor” diyor.
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.