EYLUL2021
FEERNANDO BOTERO
İroninin, anıtsal ve hacimsel olanın ressamı Fernando Botero Milen Kundera’nın ünlü romanı "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği"nin kahramanlarından Thomas, oturduğu evin penceresinden karşıdaki evin kör duvarlarına bakarak kendi geçmişini düşünür. Eğer geçmişteki seçimlerini yapmamış olsaydı acaba yaşamı nasıl olurdu? Şu anki konumu-durumu-mutsuzluğu yine de olur muydu? Bu hesaplaşmaya herkesin farklı bir yorumu olsa da hepimiz bir dönem bu gibi durumlar içinde buluruz kendimizi. Esas isteğimiz kendimiz olmaktır. Hayata sevdalanmak da diyebiliriz buna. Çünkü o zaman “Nasıl yaşamalı” sorusunun peşine düşmüşüzdür. İnsanların belirli dönemleri vardır. Hele kendini şekillendirdiği çocukluk ve ergenlik dönemi yaşamını oluşturacağı bir takım kararların verilmesinde çok belirgin rol oynar. Her hayat hikâyesinin kendine göre zorlukları vardır. Bu söz derinlik katmayı başarmış, abartılı resimleriyle 21. yüzyılın en özgün sanatçılarından biri olmayı başarmış Fernando Botero için de geçerli. Botero, kült olmuş birçok ressam ve heykeltıraş gibi, en azından tek bir yönüyle sanata ilgisi olan herkesin tanıdığı biri: “Hani şu şişman insanlar çizen adam.” 1932 doğumlu Botero, boğa güreşçisi olması beklenirken sanatçı olan bir Kolombiyalı. İroninin, anıtsal ve hacimsel olanın ressamı... Sanat kariyeri boyunca çeşitli kültürlerin arasında bulunmuş, kendini yeniliklere açmış ve onlardan aldığı ilhamla birçok çağdaşından farklı bir sanat dili ortaya koymuş. Gençken etrafındakilerin, “sanatçı olmak aç kalmak demek” uyarısına rağmen, bugün dünyanın en çok kazanan sanatçılarından biri. Alışılmışın dışında, sıradanlıktan uzak özgün resimleriyle gönülleri fethediyor. Koleksiyon yaptığı eserleri bağışlayan ve Latin Amerika’da dünyanın en önemli müzelerinden biri olan Botero Müzesi’ni kuran ressam, günümüzde hala eserler vermeye devam ediyor. Her sanatçının, eserlerini yansıtırken onu diğerlerinden ayıran kendine özgü bir tarzı, bir tekniği varsa işte Botero’nun da resimlerinin kimliğini, her birine ayrı bir ruh yükleyen tombul sevimli figürleri oluşturur. Ayrıca resimleri biçim sadeliğiyle de öne çıkıyor. Botero dünya çapında o kadar çok seviliyor ki eserleri en çok satın alınan sanatçılar arasında yer alıyor İki yaşındayken babasını kaybeden Botero için dayısı onun boğa güreşçisi olmasını arzuluyor. Dayısının isteği üzerine matador yetiştiren bir okula kaydoluyor. Ta ki karşısına 300 kilogramlık bir boğa çıkıncaya kadar. Boğanın gözlerinin içine bakınca işler değişiyor. Bir söylentiye göre boğanın çarpması sonucu okulu bırakıyor. O tarihten sonra boğa güreşi, matador, sirk ancak resimlerinde yer buluyor. Kendisi bu konuya şöyle açıklık getiriyor: “Boğa güreşini çizmeye cesaret ettim, çünkü bu konuyu çok iyi biliyordum. Bir konuyla benliğiniz arasında güçlü bir ilişki yoksa çizemezsiniz.” Bu zorlu dünyada, bir yalnız kahraman olarak yol alıyor. Sanat akımlarıyla boy ölçüşmeye hazır, kulağı tetikte, karşılaşmalara açık, kendi bireysel sanatını arayan birisi olarak çıkıyor bu yalnız kahraman. Daha 1949’larda üzerinde hiç düşünmeksizin, düzeltmeksizin yaptığı işlerini bugünden ayırt edilmeyecek kadar yüksek bir estetik bilinçle çizmeye başlıyor. Daha henüz on altı yaşındayken yaşadığı Medellin kentinin en ünlü gazetelerinden biri olan El Colomiona’da illüstrasyonları yayınlanıyor. 1952’de Ulusal Resim Yarışması’nı kazanıyor, karşılığında ödül olarak 7 bin Peso kazanıyor. Bu para üç yıl boyunca Avrupa’da yaşamasını ve eğitim almasını sağlıyor. Madrid’e taşınıp sanat okumaya başlıyor. Sanat eğitimini İspanya’da San Fernando Güzel Sanatlar Kraliyet Akademisi’nde tamamlıyor. Her ne kadar eserleri çeşitli sergilerde yer alan ödüllü bir ressamın para kazanamaması kulağa çılgınca gelse de başlarda İspanya’daki turistlerin istediği kopya resimler yapıyor ve zamanla sanatıyla geçirmeyi başarıyor. Daha sonra İtalya’ya gidiyor ve İtalyan ustalar hakkında okumaya, onların eserlerini tanımaya başlıyor.