EKIM2021
DARKALE EVLERİ
Zamana karşı direnen Darkale’nin evleri, camileri Epey zamandır gezmeyi düşündüğüm Soma'nın tarihi Darkale köyüne gitmek geçen hafta nasip oldu. Rehber arkadaşım Levent ile gene düştük yollara. Dikili’den hareketle önce Bergama’ya vardık sonra Poyracık, Kınık üzerinden ver elini Soma. Bakırçay ovasını boydan boya geçtik. Yolda çokça pamuk, domates tarlaları gördük. Daha çok da Avrupa’ya ihraç olacak kurutulan domates sergileri. Bu ürün son yıllarda bölge çiftçisinin itici gücü oldu. İşte bu bereketli ovanın bitiminde Soma'ya vardık. Ana yoldaki büyük kavşaktan Soma yönüne dönüp beşyüz metre ötede sola devam ediyorsunuz. Şehir çıkışına doğru bir iki kilometre daha gidiyor ve sonra Darkale levhasını görünce sağa dönüp yaylaya doğru çıkıyorsunuz. Biz, ağaçlı Darkale yolunda önümüze çıkan ilk yol ayrımından değil de bizi yukarıya götüren ana yolun sol tarafını tercih edip esas yukarı köy girişine doğru gittik. Doğru da yapmışız. Eğer ilk sağ yol ayrımından giriş yapsaydık köyün alt tarafına çıkacaktık. Bu yol ile büyük camiye ve büyük kafeye ulaşılıyor. Buranın büyük bir park yeri var. Aşağı tarafın olumsuz yönü ise aşağıdan yukarıya doğru gezmek zorunda kalacaksınız. Zamana ve gezgin yoğunluğuna göre tercih sizindir. Köyün üst tarafına ulaştığımızda bir evlik boş araziye otomobilimizi park ettik. Bizi ilk olarak tarihi evler ve Trakhula bahçe kahvenin sahibi karşıladı. Kibar bir genç, "Hoş geldiniz" dedi, köyü nasıl gezeceğimizi anlattı. Hayırdır siz ne iş burada falan diye sorunca bahçe kafenin sahibi olduğunu söyledi. Biz ona gezi sonrası bir kahve içme sözü verip sol taraftan köy içine girdik. Gördüğümüz ilk taş duvarlar, cumbalı yıkık dökük evler işte tam bir orijinal köyde dolaşacağımız izlenimi verdi. Hakikaten de öyle oldu. Tüm yapılar, ilk yapıldığı gün gibi duruyor ama harap ve yorgun halde... Dar sokaktan yukarı doğru yürüyünce köyün iki camisinden biriolan Minareli Camisi'ni gördük. Köyün en tepesinde bulunuyor. Minare, daha eski tarihli bir Selçuklu yapısı imajı veriyor. Tuğlalı Minare, bir metre yüksekliğindeki küp yapının üzerine oturmakta. Bu küpün yüzeyinde Bizans dönemine ait devşirme mermer parçalar ve kitabeler kullanılmış. Bu emareler ışığında araştırma yapan öğretim görevlileri, bu caminin ilk yapımını 15.yüzyıl olarak tarihliyorlar (A.Etlacakuş ve M.Çerkez). Minareyle birlikte yapılan ilk ibadet binası yok olmuş ve daha sonraları başka bir cami inşa edilmiş, o ise yıllarca kullanılmayınca bugün harap olmuş vaziyette duruyor. Şu an Cami içine girmemiz mümkün olmuyor ve iç kısmını bir bölümünün resmini açık olan pencerelerden çekiyoruz. En ilginci ise defineciler burayı da es geçmemiş. Minare girişinde basamak olarak kullanılan değirmen taşının altında kasa var diye sökmüşler. Bir başka defineci grupta kendilerini arkeolog olarak tanıtıp caminin öte tarafında kazı yapmışlar. Belki bir başka gelişimizde minarede kalmaz sanırım… Size önerim, cami sokağına girdiğinizden itibaren bu nadide Selçuklu minaresinin fotoğraflarını çekmeye başlayınız. Minarenin şekli, rengi, boyutu o kadar cezbedici ki fotoğraflarını çekmeye doyamıyorsunuz.