MART 2022 Mart ayında iki önemli söyleşilerin yer aldığı bir sayı hazırladık. Bergen filminin yönetmenlerinin yanı sıra dünya denizlerinde yelken açmış İzmirli bir kaptan Ahmet Davran ile söyleşi yaptık. Tabii ki tarih sayfalarından gündem ve kültür sanat haberlerimize kadar yine dolu dolu bir dergi oldu İzmir Life....
BERGEN FİLMİ YÖNETMENLERİ; M.CANER ALPER VE MEHMET BİNAYBERGEN FİLMİ YÖNETMENLERİ; M.CANER ALPER VE MEHMET BİNAYM. Caner Alper ve Mehmet Binay: “Tüm kötülüklere rağmen insanın iyileşme potansiyeli var” 4 Mart’ta vizyona giren “Bergen”in yönetmenleri M. Caner Alper ve Mehmet Binay, filmlerinde, cinsiyet gerçeğinin toplumda mesele haline gelişini anlatıyor. Zor ve cesur hikâyeleri seviyorlar çünkü anlatarak insanları düşündüreceklerini biliyorlar ve insanın bu yolla değişebileceğine inanıyorlar. Asıl ününe İzmir’de kavuşan Bergen’in hayatını filme alan yönetmenler M. Caner Alper ve Mehmet Binay da bir süredir İzmir’de yaşıyor. Zenne, Çekmeceler, Lacrimosa ve Bergen adlı cesur filmlerin yönetmenleri onlar. Toplumun sarılamayan yaralarına, durmayan kanına tampon yapıyorlar.
BASİFED YÖNETİMİBASİFED YÖNETİMİBASİFED özel projelerle yeni döneme hazır Batı Anadolu Sanayici ve İş İnsanları Dernekleri Federasyonu (BASİFED) olağan genel kurul toplantısı EGİAD Dernek Merkezi’nde gerçekleştirildi. BASİFED Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Kasalı oy birliği ile yeniden başkan seçilirken, geçmiş dönem yönetim ve denetim kurulu çalışmaları da yine oy birliği ile kabul edildi. Ege Soğutma Sanayicileri Derneği’nin de (ESSİAD) BASİFED üyesi olduğu genel kurulda BASİFED Başkan Yardımcılığı’na Hasan Küçükkurt ve Alp Avni Yelkenbiçer seçilirken, Yönetim Kurulu Sayman Üyeliğine Ali Talak, Yönetim Kurulu Yazman Üyeliğine ise Ali Kara getirildi. Danışma Kurulu Başkanı ise Ali İhsan Özgürman oldu.
AHMET N. DAVRANAHMET N. DAVRANDünya denizlerinde bir İzmirli Ahmet N. Davran Kuzey Amerika'nın batı kıyılarında Vancouver Adası'nın Brentwood koyunda çözülen palamarlar ile başlayan ve İzmir'e gelene kadar kesintilerle beş yıl süren bir deniz serüvenin baş kahramanı Ahmet Davran; yelkenle ilk tanıştığı Mordoğan Manal Koyundaki evinde biraz da gözlerinin ardına saklanan özlemle, bu muhteşem seyirde yaşadığı heyecanlı anları paylaştı bizimle... Arkadaşı Burcu Bostanoğlu ile evin duvarında asılı olan büyük haritada izleyecekleri zorlu rotanın detaylarına karar verdikleri günleri de anarak başladığımız, zaman zaman kahkahalar ve hayretle açılan gözlerimle süren sohbetimize tabii ki denizle ilk tanışma sorusuyla başladık.
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK: DİP TROLÜSÜRDÜRÜLEBİLİRLİK: DİP TROLÜDip trolü: Denizlere en büyük zarar Habere bakar mısınız? Guardian yazıyor: Avrupa'nın balıkçılık endüstrisi, dip trolü konusunda çevrecilerle savaşacak… Evet, AB denizlerin, okyanusların korunması için yasal önlem alıyor, balıkçılar bu önlemlere savaş açıyor. Bugünkü sürdürülebilir dünya konumuz balıkçılık… Aslında 10 yıldır dikkat çeken gelişmeler oluyor bu konuda. Bir süre önce Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF), Avrupalıların beslenme alışkanlıklarının değişmemesi halinde, güney yarımküredeki yoksul ülkeler için, 2050 yılında balığın bile lüks gıda haline gelebileceği uyarısını yapmıştı. İstatistiklere göre, Avrupalıların kendi karasularında avladıkları balıklar, ancak yılın yarısı için yeterli oluyor. Zengin ülkeler, geri kalan balık ihtiyacını ise yoksul ülkelerden ithalat yoluyla karşılıyor. Görünüşte her iki taraf için de “kazan-kazan” durumu olan bu tablo, Dünya Doğayı Koruma Vakfı raporuna göre, orta vadede ciddi sorunlara neden olabilir. Kiel Üniversitesi’ne yaptırılan "Daha iyi bir balıkçılık yönetimi ve âdil dağılım” konulu araştırmanın sonuçlarını kamuoyuyla paylaşan WWF Almanya'dan Karoline Schacht, zengin Avrupalıların hem daha az balık yemesi, hem de yerli balıkları tercih etmesi gerektiğini belirtiyor. Schacht, aksi takdirde güney yarımküre ülkelerinin, 2050 yılında balığı “temel gıda maddesi” olarak tüketememe tehlikesiyle karşı karşıya kalacakları uyarısını yapıyor. Rapora göre, dünya genelinde halen yıllık 100 milyon ton olan balık avının önümüzdeki 30 yıl içinde 137 milyon tona yükseleceği tahmin ediliyor. Bu miktarın büyük bölümünün zengin ülkelerde yaşayanların sofralarına gideceği aşikar. Arzın talebi karşılayamaması durumunda gelişmiş sanayi ülkeleri elbette daha yüksek fiyat ödeyecek. Ancak bu durum az gelişmiş ülkelerde on milyonlarca yoksulun aleyhine olacak. Yoksul insanların da hayatlarını devam ettirebilmek için protein ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla deniz mahsullerine ihtiyacı var. Avlanan balıkların zengin ve yoksul insanlar arasında adaletsiz paylaşımı açlığı, açlık da şiddet olaylarını beraberinde getirecek. Bu noktadan hareketle, özellikle besin kaynaklarının büyük bölümü deniz ürünlerine dayalı olan Senegal, Gine, Gana, Endonezya, Malezya, Bangladeş ve Myanmar gibi ülkeler büyük risk altında. Her yıl üreme miktarından çok daha fazla balığın avlandığına dikkat çekilen Dünya Doğayı Koruma Vakfı raporunda, sorunun çözümü için şu öneri yer aldı: Kontrollü avlanma, çeşitliliğin korunması, avlanma yasağı dönemlerine riayet ve âdil dağılım gibi koşulların yerine getirilmesi durumunda, 2050 yılında, dünya üzerindeki herkesin, kişi başına 12 kilo balık tüketmeye hakkı olabilir! Balık üretiminin sürdürülebilir kılınması ve adil paylaşımı konusunda bütün bunlar olup biterken “14 ülkeden balıkçıların yeni ittifakı”, 15 Şubat günü yaptığı açıklamayla deniz tabanından balık toplamanın engellenmesine yönelik olarak AB kısıtlamalarına karşı savaşma sözü verdi. AB’nin okyanus tabanındaki trol balıkçılığı uygulamalarıyla başa çıkmak için hazırladığı bir eylem planı, korumacılar ile Avrupa'nın kültürü ve kimliği için savaştığını söyleyen yeni bir endüstri ittifakı arasında tartışmayı tetikleyecek.
GELECEĞİNİ KURAN GENÇ KADINLARGELECEĞİNİ KURAN GENÇ KADINLARİzmir, Geleceğini Kuran Genç Kadınlar Projesi’nin pilot illeri arasında yer aldı “Geleceğini Kuran Genç Kadınlar” Projesi, Türkiye’de ne eğitimde ne istihdamda (NEET) yer alan yaklaşık 3,5 milyon genç kadının karşılaştığı zorlukları anlamaya ve ele almaya odaklanıyor. Sabancı Vakfı tarafından desteklenen “Geleceğini Kuran Genç Kadınlar” Projesi, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş birliğinde, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Sabancı Vakfı tarafından yürütülüyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çalışma Genel Müdürü Nurcan Önder, UNDP Türkiye Mukim Temsilcisi Louisa Vinton ve Sabancı Vakfı Genel Müdürü Nevgül Bilsel Safkan’ın katılımıyla gerçekleştirilen açılış toplantısında projenin yol haritası aktarıldı. Proje, aralarında İzmir de olan 11 pilot ilde uygulanacak Proje; Adana, Ankara, Bursa, Erzurum, Diyarbakır, İstanbul, İzmir, Konya, Mardin, Trabzon ve Van olmak üzere 11 pilot ilde uygulanacak. İlk etapta ihtiyaçların belirlenmesi ve aksiyon planının oluşturulması için Adana, Diyarbakır ve İzmir’de mevcut durum ve ihtiyaç analizleri yapılarak eğitimler düzenlenecek. Analizler doğrultusunda NEET kadınların güçlenmesi, becerilerinin ve istihdam olanaklarının iyileştirilmesi için kapasite geliştirme çalışmaları, farkındalık ve mesleki eğitimlerin yanı sıra danışmanlık ve mentorluk programları tasarlanıp uygulanacak.
FERİBOTLAR MOTORLARI ÇALIŞTIRDIFERİBOTLAR MOTORLARI ÇALIŞTIRDIFeribotlar motorları yeniden çalıştırıyor Yunanistan, deniz hudut kapılarının deniz turizmine açılması kararı ile Yunanistan ile Türkiye arasındaki feribot hatları seferleri ile diğer ticari ve özel yatlara uygulanan kısıtlamaları 7 Şubat 2022 tarihi itibariyle kaldırdı. Ayrıca ticari ve özel yat seferleri kapsamında; geminin bayrağı veya taşıma kapasitesi ne olursa olsun kırk dokuz yolcuya kadar, Kavala, Midilli, Sakız Adası, Vathi ve Pythagoreio, Samos, Myrina, Limni, Simi, Skala, Patmos, Meis'in yanı sıra Kos ve Rodos limanlarına girişlere izin verildi. Söz konusu deniz turizmi araçları ile seyahat edenler, ülke vatandaşlıklarına ve aşılı olup olmadıklarına veya Covid-19 geçirip geçirmediklerine bakılmaksızın, Yunanistan'a girişlerinden 72 saat önce yapılan PCR testini veya varışlarından 24 saat önce yapılan hızlı testi gösterecekler. EGE’NİN İKİ YAKASI NİHAYET BİR ARAYA GELECEK İMEAK Deniz Ticaret Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Öztürk, iki yıldır feribot seferlerinin durması nedeniyle Ege’nin iki yakasının adeta duvar olduğunu belirterek, alınan bu kararla Ege’de deniz turizminin yeniden başlayacağını söyleyerek; "Yunan adalarındaki esnaf, Türk turistlerin yolunu dört gözle bekliyor. Her iki ülke, yeniden kurulan bu deniz yolundan azami derecede faydalanacaktır. Akdeniz’de kruvaziyer turizminin de hareketlendiği bir dönemde feribotlarımızın, ticari ve özel yatlarımızın seferlere başlaması kararı, 2022 turizm sezonunda deniz turizminde büyük bir canlanma yaratacaktır” diye konuştu.
ANNA SCHWARTZANNA SCHWARTZAnna Schwartz ve eşi Doktor Ragıp Erensel 19 Şubat 1915’de başlayan, 9 Ocak 1916’da sonlanan Çanakkale Savaşlarında her siperde ayrı bir destan yazılmış, "Çanakkale geçilmez" sözü bir daha silinmemek üzere 107 yıl önce dünya tarihine kazınmıştı. Tüm dünya basın-yayın organları Çanakkale’ye haberciler göndermiş, savaşı yakından izleyerek; kendi kamuoylarını ayrıntılı olarak anında bilgilendirmişlerdi. Kronen Zeitung gazetesinde Anna Schwarz ve Doktor Ragıp Avusturya’da yayınlanan 25 Ocak 1916 tarihli Neues Wienner Journal ve 30 Ocak 1916 tarihli Kronen Zeitung gazeteleri Çanakkale Savaşları’nda İngiliz bombardımanı sırasında şehit olan gönüllü Hemşire Anna Schwartz ve eşi Doktor Ragıp’tan bahsetmekteydi. Kronen Zeitung gazetesi konuyu geniş biçimde ele almıştı. “Çanakkale’de şehit düşen bir gönüllü hemşire” başlıklı yazıda Anna Schwartz anlatırken, karakalem çizimlerle de onun hastalarla ile ilgilenmesi ve ölüm anı betimleniyordu. “Son çatışmalardan biri, bir Türk başhekimin eşi olup, kocasının yakınında görev yapan, Liesing'den gönüllü hemşire Anna Schwartz’ın, kahramanca ölümüyle sonlandı. Doktor Ragıp Çanakkale Boğazı'ndaki Türk Ordusu'na atanmış, özverili bir şekilde, yaralı ve hasta savaşçıların bakımını büyük bir titizlikle üstlenmişti. Aralık ayının 17'sinde, çalıştığı hastane İngilizler tarafından bombalanmış, hemşireye şarapnel isabet etmişti.
MARMARA GÖLÜMARMARA GÖLÜMarmara Gölü can suyu bekliyor Marmara Gölü, geçtiğimiz 10 yıllık süreçte yanlış tarım ve su politikaları yüzünden yüzey alanının %98’lik kısmını kaybetti. Gölde su seviyesinin yüksek olduğu yıllarda kış aylarında yaklaşık 65 bin su kuşu kışlıyor. Göl ekosisteminin yok oluşu buradaki kuşlar, balıklar ve insanların yaşam alanlarını kaybetmesi anlamına geliyor. Tunç Soyer göle su verilmesi için başvuruda bulundu Gölde geçtiğimiz yaz aylarında meydana gelen kuruma nedeniyle Ege Belediyeler Birliği ve İzmir Büyük Şehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer, Devlet Su İşleri’nden (DSİ) Marmara Gölü’ne 2021 yılında 1 milyon metreküp su verilmesi için başvuruda bulunmuştu. Ancak DSİ bu talebe rağmen Gördes Barajı’ndan göle su bırakmıyor. Kum ocakları da suyu tutuyor Gölün ana kaynağı Gördes Çayı’nın suyu, Gördes Barajı’nda tutuluyor. Ahmetli Deresi’nden besleme kanalı ile iletilmesi gereken su, göle verilmiyor. Kumçayı ve Gördes Çayı birleşip göle akmaları gerekirken yol üzerindeki kum ocakları malzeme işlemek için çay sularını göletlerine alıyor. Gölün eski haline dönebilmesi için göle su verilmesi gerektiğini söyleyen Doğa Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Tuba Kılıç Karcı; “Uzman ekibimiz düzenli olarak Marmara Gölü’ne ziyaretlerde bulunuyor, bölge halkıyla görüşmeler gerçekleştiriyor. Yaz ayları gelmeden ve hazır toprak yağmur suyuna doymuşken Gördes Barajı’nda tutulan su bir an önce Marmara Gölü’ne bırakılmalı. Su salındığında toprağa geçmeyip hemen göle ulaşması mümkün olabilecek. Eş zamanlı olarak da Ahmetli Deresi’nden kış ve bahar sularının besleme kanalıyla göle ulaşması gerekiyor” dedi.
KÖKLER: ŞAMLI VE ŞANLIKÖKLER: ŞAMLI VE ŞANLITek aile, iki soyadı: Şamlı ve Şanlı Şam’dan gelip İzmir’in tekstil ve dokuma sanayiini güçlendirdiler. Şamlı ve Şanlı soyadları tek aile ağacında birleşti, her kuşak farklı sektörlerde kentin nabzını tuttu. Kentin sanayileşme hareketlerine el birliğiyle katılmış bir aile... Önce Hisarönü’nde havlu ve kaput bezi satıcıları olarak tanındılar, sonra İzmir’in ilk iplik ve dokuma fabrikalarını kuranlar arasına katıldılar. Çocukların hepsi yurt dışına tekstil okumaya gönderildi, bir elden desteklendi. Tek bir çatı altında birleşselerdi, bugüne gelmiş büyük bir şirketten de bahsedilebilecekti. Şimdi ise geçmişe sünger çekmiş, bugüne bakıyorlar... Ailenin kökleri Şam’a, 1669’a kadar gidiyor. Faruk Şamlı, büyük dedesi Derviş Efendi’nin eski Türkçe hazırladığı bir soyağacını tesadüfen bulduğunu söylerken, tüm bilgilere böyle ulaştığını anlatıyor: "Taşınırken aynı anda Osmanlıca yazılmış bir vakfiye de buldum. Bu vakfiyeye göre İkiçeşmelik’in sağ ve sol tarafı olduğu gibi bize aitmiş. Oradaki dükkan ve gayrımenkullerin gelirleri ile bir vakıf kurulmuş. Bu vakıfta her sene 100 çocuk okutulur, Ramazanlarda bir lokanta açılarak yemek dağıtılır, fakirlere ve kimsesizlere yardım edilirmiş. Soyağacı da bu vakfiyeden çıktı. Osmanlı İmparatorluğu tarafından verilmiş bir tuğra da mevcut." Soy çizelgesinin devamını Şamlı getirmiş: "Ben bulduğumda dedemin babasına kadar yazılıydı. Önce kendi soyumu ekledim, sonra ailenin büyük fertlerine birer kopya verip, kendilerinin oradan devam etmesini istedim."
SANCAKKALE TABLOLARISANCAKKALE TABLOLARISancakkale tabloları Venedik’le Girit Adası'nı almak için yaptığımız yirmi dört yıl süren savaş (1645-1669) çok çetin geçti. Osmanlı Devleti gemi yönünden sıkıntıya düştü ve yabancı gemileri kiralama girişiminde bulundu. O tarihe kadar İzmir Limanı'na hiçbir kontrole uğramadan serbestçe giren, gümrük ödemeden ticaret yapan yabancı gemi kaptanları bu teklifimizi kabul etmedi demir alarak körfezi terk etti. Bu durum üzerine Köprülü Mehmet Paşa, Piri Reis’in haritasında Sancakburnu adıyla geçen bölgeye, kale yapılmasını emretti.1656 yılında inşaatı biten kale, İzmir Kadifekale’ye nisbetle yeni olduğu için Yenikale veya kalede dalgalanan bayrağımız nedeniyle Sancakkale adıyla anılmaya başladı. Mazgallı duvarlı, yedi büyük kuleli, demir kapılı, kapı önü hendekli, üç yerde zemberekli asma köprülü Sancakkale’nin güzelliği yabancı seyyahlar gibi ressamların da ilgisini çekti ve tablolara yansıdı. Özellikle İzmir’in denizden görünüşünü yansıtan gravür ve tablolarda 1655 yılında inşa edilen Yenikale (Sancakkale) de tasvir ediliyordu. Bu bakış açısı Yenikale tarihine zenginlik kattı. Yenikale’nin göründüğü ilk tablo Hollandalı sanatçı, gezgin Corneile le Bruny (1652-1726) tarafından yapıldı. İstanbul, İzmir gibi çok yer dolaşan sanatçı 1678’de geldiği İzmir’de Kadifekale, Liman kalesi ve Sancakkale’yi gösteren gravür çizdi.
İTALYAN MUTFAĞIİTALYAN MUTFAĞIİtalyan mutfağı, yerel ürünleri, malzemeleri, pişirme teknikleri, yemekleri ve kültürü ile nesilden nesile aktarılan bir kültürel hazine. Sadece mutfak ile sınırlı kalmayan, mutfağı aşarak yemek ile ilişkilenen her ana, her okazyona yansıyan bir kültürel birikim. Bu zenginlik 6 yıldır, İtalya Dışişleri ve Uluslararası İş Birliği Bakanlığı tarafından İtalyan mutfağının kalitesi ve mükemmeliyet örneklerini öne çıkararak mutfak geleneğini tanıtma amacıyla dünyanın 124 ülkesinde eş zamanlı olarak gerçekleşen İtalyan Mutfağı Haftası (Settimana Della Cucina Italiana) ile kutlanıyor. Kasım 2021’de 6.sı gerçekleştirilen haftanın teması ise “İtalyan mutfağı geleneği ve perspektifi: gıda sürdürülebilirliği bilinci ve desteklenmesi” oldu. Türkiye’de de gerçekleştirilen etkinlikte 1 hafta boyunca tadım etkinliklerinden webinarlara, sürdürülebilirlik, tarım ve gastronomi üzerine söyleşilerden, sanal turlara kadar ilham dolu bir dizi etkinlik ile binlerce kişiye ulaşıldı. Yemekten keyif almayı ve yemeğe olan tutkuyu İtalyan restoranları ile dünyaya da sunan ülke, 22-26 Kasım arasında gerçekleşen İtalyan Mutfağı Haftası’yla bu gastronomik zenginliğini, yemeğin tarihi ve kültürel miras içerisindeki yerini, doğanın hediyesi özel teruarını ve gıda sürdürülebilirliği çalışmalarını Türk gastronomisi ve lezzet tutkunları ile paylaştı. İtalya’nın Türkiye’de bulunan diplomatik temsilcilikleri aracılığıyla organize edilen hafta boyunca pizzadan makarnaya, peynirden şaraba, tatlıdan kahveye kadar dünyanın lezzet hafızasında yeri olan ürünlere sahip olan İtalyan Mutfağı şef, akademisyen, yerel üretici, tarım ve sürdürülebilirlik profesyonellerinin katılımıyla lezzet severlere bütüncül bir deneyim yaşattı.
NARIMOR URLANARIMOR URLAKaradeniz'in küçük bir köyünden, Ankara'daki sağlık kolejine, Almanca öğretmeninden, bir Alman turistin hastane listesine, televizondaki bir kabare programından, kendi kurduğu tiyatroya uzanan bir serüveni, Narımor Urla'nın sahibi Şinasi Dikmen ile konuştuk. Eğlenceli bir sohbet oldu. Umarım keyif alırsınız...
APİKAMAPİKAMKadim kent İzmir, 18 yaşındaki Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi (APİKAM) Çocukluğumun İzmir’inde ilkokula Eşrefpaşa / Bayramyeri’ndeki Halit Bey İlkokulu’nda başladım. Tabii bugünkü binasında değil eski kâgir binada. Yanlış hatırlamıyorsam üçüncü sınıfta idim. Sevgili öğretmenimiz Ayşe Perşembe, bizi o dönemin yaygın uygulaması olan kenti tanıma gezilerinin birinde İtfaiye Teşkilatı binasına götürmüştü. O binada alarm çalınca itfaiye personelinin üst katlardan kucakladıkları siyahımsı renk boyalı beton direkten kayarak girişte bulunan garajdaki araçlarına biniş tatbikatlarını izlerken müthiş etkilenmiş ve hatta bir dönem “büyüyünce itfaiyeci olacağım” diye de tutturmuştum. İşte APİKAM, beni çocukluğumda çok etkileyen bu itfaiye binasında kurulmuştur. İtfaiye binası, restorasyon ve Ahmet Piriştina başkan.. Böylesi önemli bir projeye duyulan ihtiyaç, merhum Başkan Ahmet Piriştina’nın 8 Şubat 2002 tarihinde itfaiye binasının restorasyonunun başlangıç töreninde yaptığı konuşmadan anlaşılmaktadır: “İzmir’in tarihsel ve kültürel yapısıyla uyum sağlanamadığı takdirde, İzmirli olabilmek de mümkün olamadığından; kentli kimliği ve kentlilik bilinci yaratmak için kurumlar oluşturmak ivedi bir ihtiyaç haline gelmektedir. Kentli bilincinin oluşturulması ile hatırlama ve geçmiş bilgisi arasında güçlü bir ilişki bulunmaktadır. İzmir’in yaşadığı tarihsel serüveni canlı tutacak, tarihi yapı ve mekânların tanınılırlığını artıracak, tarih içinde İzmir’deki yaşamın değişim dinamiklerini ortaya koyacak çalışmalar, geçmişle bugün arasında kurulacak tarihsel bir köprü oluşumuna ön ayak olacaktır. Böylelikle değişimin doğal ve sindirilebilir bir seyir izlemesi mümkün olacağından, İzmir’i bağlamından koparan ve geçmişine yabancılaştıran bir dönüşümün tahripkâr etkisinden koruyabilmenin ön koşulu sağlanabilecektir. Tahmin edileceği üzere, söz konusu ön koşul; yaşadığı kenti tanıyan, bilinçli ve aidiyet bağı güçlü olan İzmirlilerdir. İşte kent arşivleri ve müzeleri bu bağlamda anlam kazanmaktadır.” İtfaiye binasının Kent Arşivi ve Müzesi olarak hizmet vermeye başlama süreci aşağıdaki şekilde gerçekleşmiştir. İzmir, 8500 yıllık tarihi boyunca bir dizi yangın ve doğal afetle mücadele etmek durumunda kalmıştır. Kent ticaretini durma noktasına getiren, önemli ölçüde can ve mal kaybına neden olan yangınlara karşı alınan tedbirler, XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren örgütlü bir yapıya dönüşmeye başlamıştır; ancak, alınan tüm önlemler, İzmir’i 1922 Eylül´ünde yaşanan büyük yangının tahribatından korumaya yetmemiştir. Hemen not edilmelidir ki; içinde yaşadığımız yıl olan 2022 aynı zamanda Büyük Yangının da 100. Yıldönümüdür. Söz konusu dönemde yaşanan savaş ve işgal günlerinin bittiği sırada, 13 Eylül 1922’de çıkan yangın İzmir’in büyük bir bölümünü yok etmiş ve kenti yaşanmaz hale getirmiştir. Yangının kontrol altına alınması 15 Eylül’ü bulmuş, tamamen söndürülebilmesi ise; ancak, 18 Eylül günü mümkün olabilmiştir. Yapılan incelemelerde, İzmir’in 2 milyon 600 bin metre karelik yerleşim alanının yok olduğu belirlenmiştir.
SEDEFLİ BATTANİYESEDEFLİ BATTANİYESedefli Girit Battaniyesi Galatasaray Rotary Kulübü tarafından her yıl verilen Rotary Meslek Ödülü’nün sahibi, Ayvalık’ta sanatsal ve sosyal hayata verdiği gönüllü destekler nedeniyle ilçenin sevilen ismi “Ayvalık Gönüllüsü” Aysel Namlı’nın bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi 36 yıl sonra bir geleneğin Ayvalık’ta yaşama geçirilmesinin nedeni oldu. İlk sedefli battaniyenin üretilmesiyle birlikte eşe dosta şu güzel haberi verdi Aysel Namlı: “Değerli dostlar, dile kolay 36 yıllık bir hayaldi, zor da olsa, hiç yılmadık, hiç umutsuz olmadık. Ürünümüzün birinci parçasını bugün ilk Ayşe Topçu bitirdi. İnsan mutluluktan ağlar mı? Bugün ben ağladım ve Ayşe Hanıma yürekten sarıldım. Emeklerine sağlık” Ne güzel mesaj, ne mutlu bir duyuru değil mi? Biz de 36 yıllık süreci, nelerin yaşandığını, nerelerde umutların tükendiğini ve ilk kıvılcımın nasıl yandığını merak ettik. Sosyal medya hesaplarını yakından takip ettiğimiz Aysel Namlı’yla buluşmak, sohbet etmek bu serüveni bir de ondan dinlemek için sözleştik. KEDİ’de buluştuk Ayvalık İsmetpaşa Mahallesi, Cumhuriyet Caddesi’ndeki Kadın Emeğini Destekleme İşliği’nde (KEDİ) buluşmaya karar verdik. Çünkü bir süre, tezgahların gelmesini bekledik, ardından Aysel Namlı koşuşturma arasında bir de Kovit olunca buluşmayı ertelemek zorunda kaldık. Dört pedallı dört çerçeveli beş ayrı tezgahta, titizlikle çalışan el emeği ve göz nuru döken kadınları rahatsız etmeden, bir yandan onları izleyerek bir yandan da Aysel Namlı’nın söylediklerini dikkatle dinledik.
READYMADEREADYMADEHer türlü sınırlayıcı yaklaşımdan sıyrılan çağımız sanatı Readymade Bir çağ içinde ortaya konan eserlerden çağın ruhunu yakalamak mümkün. Tıpkı 20. yüzyıla damgasını vurmuş, sanat tarihine ready-made kavramını getirmiş Marchel Duchamp’ın eserleri gibi. Duchamp, yaptığı eserlerle sanat tarihinin zirvesindeydi ve “kavramsal sanat” düşüncesiyle zihinlerde yıkıcı bir etkide bulundu. Onun hazır nesnelerle yaptığı çalışmalar burjuva sanat anlayışına bir karşı çıkıştı. 1917 yılında, Amerika’dayken yaptığı “Fountain” ya da en bilinen adıyla “Pisuvar” ya da “Çeşme”, epey tepki çekmişti. Eser burjuva değerlerine bir saldırı olarak karşılanmıştı. Eser sonradan ready-made “kavramsal sanat” anlayışının yolunu açacaktı. Duchamp bu eserinde herhangi bir pisuvarı baş aşağı çevirmiş, altına R. Mutt imzasını atmış ve sergilenmesi için New York’ta bir galeriye göndermişti. Elbette sıra dışıydı ve galeri tarafından sergilenmemişti. Duchamp’ın bakış açısına göre sıradan ve gündelik kullanılan bir nesne sanat nesnesi yapılabilirdi. Bu anlayış, sadece geleneksel heykel anlayışı açısından değil; 20. yüzyılın modern sanat yaklaşımı açısından sıra dışıydı. Duchamp’ın bu asi tavrı, sanat nesnesi olan bir ürünü sergi, jüri, yarışma, ödül gibi sanatın ve sanatçının değerini düşüren piyasa oyunlarına bir karşı çıkıştı. Günümüzde ise sanat anlayışı değişti. Duchamp’ın Pisuvar’ı 2004 yılında 500 kişiden oluşan sanat uzmanlarınca tüm zamanların en etkileyici eseri seçildi. Duchamp’ın görüşleri öyle benimsendi ki yapıtlarına benzerleri üretildi. O zamanlar böylesine dışlanan böyle bir yaklaşımın, günümüzde modernizmin odaklarından sayılması ve günümüz sanatçılarının yapıtlarında derin izlerinin görülmesi, Duchamp’ın ne denli büyük bir sosyal dönüşüme imza attığının da göstergesidir. Marcel Duchamp, sanat yapıtı ile gündelik nesneler arasındaki ayrımı ortadan kaldırmaya yönelik, var olan geleneksel kalıpları kabul etmeyen, deneysel ve araştırmacı bir sistem yaratmıştı. İlk ready-made Amerika’ya gitmeden önce Paris’te yaptığı bir bisiklet tekerleği ve bir tabure ile iki nesneden oluşan ‘Bisiklet Tekerleği’ (Bicycle Wheel) adlı çalışmadır. Ready-made bir nesne (tabure, tekerlek) sanat yapıtının bir öğesine dönüşmüş oluyordu. Artık sanat için biçim sorunu yoktu, bir işlev sorunu vardı. Duchamp’ın bu tavrı Kavramsal Sanat’ın başlangıcını belirledi. Yani bu anlayışla sanatçı eserini yaratırken kullandığı malzemeye (nesne) sihirli bir değnek gibi dokunmuş, nesnenin içeriğine düşünce kattığı bir sanat eserine dönüştürmüştür. Sıradan bir obje sanatçının onu değerlendirmesiyle bambaşka anlamlara bürünüp sanat eserine dönüşmüştür. Duchamp, müzeye pisuar koymak suretiyle sanat kurumlarıyla dalga geçme cesaretini göstermiştir. Artık sanat nesnesi göze hitap eden estetik ve seyirlik bir öğe olmaktan çıkmış düşünsel bir alana yönelmiştir. Duchamp’ın ready-made kavramını ortaya atması ile kavramsal sanat hareketi de başlamış oldu. 1917 yılında reddedilen eser için (Çeşme, 1917) yazılan savunma ile somut bir hal almıştır. Anonim olarak gönderilen bu savunmanın Duchamp tarafından yazıldığı düşünülmektedir. Böylece bir savunma metni ile eser sanat tarihinde yerini aldı. Duchamp “Bay Mutt” imzası ile bu eserde kullanacağı nesneleri seçmiş, hayatın sıradan bir nesnesini almış, işlevselliğini değiştirmiş, ona yeni bir anlam yüklemiş oluyordu.