KASIM2020 Prof. Dr. Levent Kırılmaz
Değerlerimiz (2)
Değerlerimiz (2) Değerler toplum için değerlidir. Değerlere uygun davranan insanlar da toplumun gözünde değerlidir. Herhangi bir insana, toplumun değerlerine önem verip vermediğini sorarsanız, kesinlikle hiç duraksamadan önem verdiğini söyler. Hepimiz teorik olarak değerlere çok önem veririz ama pratikte sürekli olarak değerleri çiğneriz. Değerlere uymada kanıksamış olduğumuz üç temel hata vardır: Ortamına göre değerlere uyarız; Bazı toplumsal değerlere bazı ortamlarda uyar, bazı ortamlarda uymayız. Örneğin trafik polisinin yanındaki kırmızı ışıkta dururuz; polis yoksa kırmızı ışıkta durmayız. Bu tür hatalar değerleri içselleştiremediğimiz için ortaya çıkar. Herhangi bir değeri gerçekten benimseyenler, her ortamda, her durumda o değere uygun davranırlar. “Temizlik”, önemli toplumsal değerlerimizdendir. Bu değere toplumun çok az bir bölümü uyar. Örneğin hiç kimse evindeki halıya, koridora tükürmez, çöp atmaz. Ama sokağa tüküren, çöp atan çok sayıda insan vardır. Yani ortamına göre davranırlar. Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız orada trafik ışıklarına ve hız sınırlarına riayet eder, sokağa tükürmez, piknik yaptığında çöpünü orada bırakmaz, sokağa da çöp atmaz. Ama Türkiye’ye gelince birden bire değişir. Bunun nedenini sorduğunuzda büyük ihtimalle de “ama burada herkes yapıyor” diyecektir. Sonuçta o Avrupa’da yaşayan vatandaşımız da ülkemize geldiğinde ortama göre hareket etme yanlışını yapmıştır. Belirli bir değere niçin uymadığımızı ac¸ıklamaya çalışırken “Ama...” diye başlayan cümleleri kurduğumuz zaman, bu tavrımız, söz konusu değerleri yürekten içselleştiremediğimiz ve benimsemediğimiz anlamına gelir. O değeri, gerçekten benimseyen kişi, ortamına göre davranmaz, başkalarına bakarak davranışını değiştirmez, ne olursa olsun uyar. Keyfimizin/moralimizin iyi olup olmamasına göre değerlere uyarız; Yaygın bir tavır vardır. Canımız sıkılıyorsa, keyfimiz yoksa çevremize ters davranırız, aksilik ederiz. Böyle davranmak bize doğal gelir. İşte canımız sıkılmışsa ev halkına sinirli davranırız, trafikte canımız sıkılmışsa işyerindekilere ve çevremizdekilere öfkeleniriz. Oysa böyle davranmak zorunda değilizdir. Keyfimiz var veya yok, çevremizdekilere saygılı davranmalıyız. Bir futbol maçında yenilen takımın taraftarları galip gelen takımı alkışlayabilmelidirler. Başarılı sporcuyu takdir edebilmelidirler. Karşımızdaki kişiye göre değerlere uyarız: Bazı değerlere uyup uymama konusundaki ölçütümüz maalesef karşımızdaki kişi olabilmektedir. Örneğin fiziksel açıdan ve statü açısından bizden daha üstün olan kişilere karşı saygılı davranırız. Güçlü bulmadığımız kişiler karşısında ise saygılı davranmayız, davranışlarımızı kontrol etme ihtiyacı duymayız. Oysa renkleri, cinsiyetleri, statüleri ne olursa olsun, tüm insanları onurları eşittir. Bu yüzden ayırım gözetmeksizin hepsine saygılı davranmalıyız. İnsanlar, genelde onurlarının eşit olduğunu düşünmek istemiyorlar. Kendilerini başkalarından üstün görüyorlar. Bir yönetici, bir müfettiş, başlangıçta iyi niyetle, işini layıkıyla yapabilmek amacıyla, iş ilişkisi içinde bulunduğu kişilere mesafeli durmaya başlar. Giderek bu mesafeli duruş, kendini üstün görmeye dönüşebilir. Bu kişiler, hem mesafeden hem de hiyerarşideki konumlarından dolayı kendilerini her açıdan, ve hatta onur açısından da, ötekilerden üstün görmeye başlar. Bu durum, ötekilerden daha fazla uzaklaşmasına yol açar. Sonuçta kendi yalnızlıkları artar, ötekileri mutsuz eder ve iş zarar görür. Kendilerini herkesten üstün görenler, kendi onurlarına onulmaz biçimde hayran olanlar, insan ilişkileri konusunda kendilerini eğitimle geliştirebileceklerine inanmayanlar aşağıdaki “Küçük ağaç” hikayesindeki hindiyi bize anımsatırlar. Küçük Ağacın eğitimi Kızılderili bilge dede, torunu olan “Küçük ağaç” ile birlikte, giderek derinleşen, üstü dallarla örtülü olan ve yaban hindisinin boynundan daha alçak bir tünel kazarlar ve tüneli de derin bir çukura bağlarlar. Toprağın yüzeyinden tünelin içine doğru mısır tanelerini serpiştirirler. Yaban hindisi başını eğerek taneleri yiyerek tüneli geçer ve çukura girer. Başını kaldırır, çukurun üstü açıktır ama çukur çok derindir. Çıkmak için tek bir yol vardır, başını eğip tünelden gerisin geriye gitmek. Ancak hindi başını eğmeyi akıl etmediği için çukurdan çıkamaz. Küçük ağaç, dedesine bunun nedenini sorar. Dedesi, “hindi kendini herkesten üstün gördüğü için, öğrenebileceği yeni bir şeyler olduğuna inanmadığı için, alçak gönüllülük gösterip başını eğemediği için girdiği çukurdan çıkamıyor” der. İşte, çukurlar içinde kalma tehlikesi hayatta hepimiz için söz konusudur. Ama eğer tüm insanların onurlarının eşit olduğuna inanırsak bu tehlike bizden uzaklaşır. Daha onurlu insan olmak yerine daha bilgili, daha etkili, daha iyimser, daha sevecen olmaya çalışmak çok daha akıllıcadır.