KASIM2021 Prof. Dr. Levent Kırılmaz
Ön yargılı olmak
Ön yargıyı yok etmek, atomu parçalamaktan daha zordur (Einstein) Allah, insanlar hakkındaki hükmünü bütün ömürleri bittikten sonra veriyor ama biz insanlar kim oluyoruz da; onları bir kez görmekle, iki üç yazısını okumakla, birkaç dedikodu dinlemekle haklarında hüküm verebiliyoruz? (Dale Carnigie) Ön yargılardan kurtulamayanlar hiç bir insanı anlayamaz (Bernard Shaw) Ön yargı, bir kişi ya da olaya ilişkin yeterli bir bilgi edinmeden, önceden, peşin bir karara varmış olma durumudur. Toplumun küçüklükten itibaren kulağımıza fısıldadığı her kelime ve sunduğu her resim, ön yargımızın temel taşlarıdır. Ön yargı, insanların düşüncesizliğine bir kılıftır. Günümüzde pek çok insanın bir yandan şikâyetçi olduğu, bir yandan da uzak kalamadığı ön yargı; genellikle "olumsuz yargı" olarak karşımıza çıkar ve bu yönüyle insanları rahatsız eder. En adaletsiz yargı ön yargıdır. Ön yargılar kişinin, topluluğun ve nesnenin karşısında olmak ya da yanında olmak biçiminde ortaya çıkabilir. Ama genellikle olumsuz, yani karşı olmak biçimi ağır basar. Ön yargılar çoğunlukla acele karar vermekten kaynaklanır. Genelleme sık yapılan bir hatadır. Bunun sonucunda bireysel yaşanmış tecrübe, tüm grubu genelleyen aleyhte bir ön yargı oluşturur. Çoğunlukla bir iki tecrübeden sonra bir karar verir, insanlar ve olaylar hakkında ön yargıları oluştururuz. Eğer ön yargılar davranışa dönüşür ise artık bunun adı dışlamadır. Yani ön yargı bir tutum, dışlama ise bir davranıştır. Önyargı bazen belli gerekçelere ve ön bilgilere dayansa da, haklı gerekçesi olmadan diğerlerinin kötü, yanlış veya hatalı olduğunu düşünmek, ön yargının nefret boyutudur. Ön yargı bir taraf tutma biçimidir. İnsanlara ve olaylara karşı ön yargılı olmak düşünce tembelliğini seçmektir. Ön yargıyı azaltmak için birçok adım uygulanabilir. Bu adımlar, kişilerin diğerlerini daha doğru anlamaları için fırsat yaratır. Herkesin düşüncesi kendince değerlidir. Bizden farklı düşünen ve hisseden birisinin neden öyle düşünüyor olabileceğini düşünmeliyiz. İşte bu beceriye EMPATİ YETENEĞİ denir. Kişilere, kurumlara, olaylara, ülkelere ve coğrafyalara karşı genetik, etnik, dini, cinsel veya sadece öteki olması temelinde ön yargı taşınabilir. Bu duygunun kontrol dışına çıkması sonrası ırkçı ve cinsiyetçi söylemler gelişmektedir. Kişi, kendisi gibi olmayanlar hakkında bir tutum ve yargı geliştirmiştir. Mevlâna yetersiz bilgi ile hüküm vermenin, insanı düşüreceği gülünç durumu bir hikâye ile anlatır: Bir sağıra "Komşun hasta oldu" derler. Sağır kendi kendisine; "Bu ağır kulaklarımla onun sözlerini nasıl duyarım? Üstelik hastanın sesi de zayıf çıkar. Lâkin gitmek de lâzım. En iyisi, o dudaklarını hareket ettirdikçe, ben de sözlerini tahmin ederim. "Nasılsın" derim, o da; "Hamdolsun, iyiyim" der. Şükrederim, sonra ne yiyip içtiğini sorunca; "Mercimek çorbası veya şerbet" der. "Âfiyet olsun" der ve hekiminin kim olduğunu sorarım. Komşu bana "Falan hekimdir" der. Ben de; "Onun ayağı mübarektir. Gittiği yerde hastalık yok olur. Biz onu denedik, çok iyidir. Nereye vardıysa maksat hâsıl olur" derim. Sağır adam bu cevapları ezberleyerek hasta komşusuna gider. Hâlini sorar. Hastanın, "Ölü gibiyim" demesine şükredince hasta üzülür, öfkelenir. Ne yediğini sorunca, hasta; "Yılan zehiri" der. Sağır da; "Afiyetler olsun" der. Sonra; "Acaba hekimlerden tedavi için gelen kimdir" deyince; hasta kızgınlıkla, "Azrail'dir" der. Sağır da; "Onun işi gayet mübarektir" der ve hastanın yanından sevinçle çıkar, evine dönerken komşuluk hakkını yerine getirdiği şükreder. Hasta ise; "Bu adam bizim can düşmanımızmış, kötü niyetli bir komşu imiş" diyerek öfkelenir, hastalığı iyice artar. Yeterli bilgi olmadan; tahminle, kanaatlerle hareket etmek insanı yanlışların içine çeker. Sonuç olarak Mevlâna'nın acele ve bilgisizlik üzerine kurulan ön yargıdan kaçınmak konusundaki öğütlerine uymak; özellikle insanlarla iletişim kurduğumuz zaman olayların özünü bilmeden, insanları yakından tanımadan varılan peşin hükümlerin bizi yanıltacağını unutmamak gereklidir. Kendi hakkımızda ön yargıda bulunulduğu zaman ne denli inciniyorsak, başkalarını da incitmemek için en az kendimize gösterilmesini istediğimiz hassasiyeti göstermek, "kendimiz için istemediğimizi başkası için de istemememiz" gerektiğinin bilincinde olmak önemlidir. BİLGE VE OĞULLARI Bir zamanlar dört oğlu olan bir bilge kişi varmış. Çocuklarına acele ve erken karar vermemelerini ve önyargılı olmamalarını öğretmek için onları eğitmek istemiş. Her birini sırayla uzak bir yerde bulunan ağacın yanına gidip ona bakmak için göndermiş. İlk oğlan kışın gitmiş, ikincisi İlkbaharda, üçüncüsü yazın, sonuncusu sonbaharda gitmiş. Sonra bir gün hepsini bir araya toplamış ve ne gördüklerini sormuş. İlk oğlan ağacın çirkin, yaşlı ve kupkuru olduğunu söylemiş. İkinci oğlan, “Hayır yeşillikle doluydu ve canlıydı” demiş. Üçüncü oğlan başka fikirdeymiş, “Çiçekleri vardı ve kokusuyla görüntüsüyle o kadar muhteşemdi ki, daha önce hiç böyle bir güzellik görmemiştim” demiş. Sonuncu oğlan, hepsinin de haksız olduğunu ve ağacın meyvelerle dolu, canlı ve hayat taşıyor olduğunu bildirmiş. Yaşlı adam oğullarına hepsinin haklı olduğunu söylemiş, çünkü hepsi farklı mevsimlerde bu ağacı görmeye gitmişlermiş. Onlara; “bir ağacı veya bir insanı, kısa bir süre veya bir mevsim tanıdıktan sonra yargılayamayacaklarını güzelce anlatmış.” Hayatı ve insanları bir mevsime bakarak yargılamayın. İlk defa gördüğünüz bir insan ya da karşılaştığınız bir durum hakkında söz söylemekte acele etmeyin. İyi bir gözlemci olun. Hayatı analiz ederken etiketlemeden yolunuza devam edin. İnsanların ırkına, cinsiyetine, tuttuğu takıma, parmağındaki yüzüğün türüne, dış görünüşüne, kıyafetine, okuduğu okula bakarak değerlendirmeyin. Empati yapın. Başkalarının açtığı önyargı yolundan gitmek zorunda olmadığınızı bilin. KÖR GENÇ 20 yaşında genç delikanlı otobüsün camından etrafı izlerken birden bağırdı. "Baba arabaları görüyor musun, bizimle geliyorlar. " Babası gülümsedi ve mutlulukla oğlunun saçını okşadı. Genç, bir süre daha dışarıyı izledi ve sonra yine birden bağırdı. "Bulutlar baba, bulutlar harika." Babası yine gülümseyerek oğlunu izledi. Genç, aniden, "baba ağaçlar dedi, onlar hep geride kalıyor.". Arka koltukta oturan yolcu, bu durumdan rahatsız bir şekilde, babanın omuzuna dokundu. "Beyefendi oğlunuzun iyi bir doktora ihtiyacı var sanırım." Baba geriye doğru döndü. "O zaten iyi bir doktordan geliyor. Oğlum doğuştan kördü ve ameliyat sonrası gözleri açıldı." Herkesin bir hikâyesi var. İnsanları ve olaylar hakkında o kadar çabuk hüküm veriyoruz ki... Lütfen videoyu izleyiniz… https://youtu.be/WdiV8RYEfkY
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.