Bulunduğu sayı belirtilmemiş. Arzu Berk
Kurum Kültürü : Home Ofisler – Home İşler ve Esnek Saatler
90’ların sonu, 2000’lerin başında önce uluslararası şirketler Home Ofisler’in ve Home İşler’in iş yaşamına girmesi öncülük yaptı. Bölge ofisler kapandı. Çalışanlar artık evlerinde idi. Çalışma saatlerini ve programlarını kendileri yapıyorlardı. Evrak işleri, yazışma gibi konularda evde kalıyor, müşteri ziyaretlerini trafiğe göre yine kendileri ayarlıyorlardı. Ofiste kalanlar ise büyük bir hayranlıkla evde çalışanlara özeniyorlardı. Evde çalışınca sanki mesai geç başlıyor, erken bitiyor algısı vardı. Her telefonda, evde çalıştığın için ne kadar şanlısın sohbetleri dönüyordu. Evde çalışan arkadaşlarımızın ise alışık olmadıkları bir çalışma ortamı oluşuvermişti birden bire. Evde bir oda ofis olmuştu. Eğer eş çalışmıyor, çocuk da okula gitmiyorsa odaklanmak bir hayli zordu. Ne kadar uzak geliyor değil mi? Üstelik ofisin sosyal ortamından uzak, iyice yalnız kalmışlardı. Herkesin algısı ve konuya bakışı bir o kadar farklıydı. Evde çalışanlara göre önceleri tek fark, daha rahat bir giyim tarzına sahip olmaktı ama zamanla onlar da kendisinden beklenen hedefleri ve ölçüm metotları belirlenmiş işlerin ve görevlerin patronu olduklarının hazzını yaşamayı ve yönetmeyi öğrendiklerini keşfettiler. Çalışan motivasyonu artık 2.0 oldu. Alışıldı ve artık hiç de yadsınmadan uygulanıyor. Birçok şirket ev ofis çalışmaların yanı sıra sanal işler de oluşturarak farklı ülkelerden farklı işleri yöneten, gerektiğinde o ülkeleri ziyaret ederek çalışan birimler oluşturdu. Yani İzmir’de yaşayıp, farklı ülkelerdeki birimlerle ortak projeler yürütebiliyorsunuz. Hatta o ülkede yürütülen proje ve işleri ev ofisinizden yönetebiliyorsunuz. Son 10 yıla baktığımızda ise artan iş hacmi, rekabet, firmaların farklılaşma, regülâsyonlar, tüketicilere kendilerini anlatma, müşteri bulma vb. konularda daha da yoğun çalışılmaya başlandı. Bu da iş – yaşam dengesi denilen yepyeni bir kavramı karşımıza çıkardı. Saatlerce süren toplantılar, seyahatler, uzun mesailer, akıllı telefonlar, dizüstü bilgisayarlar derken eve taşan mesailer... Liste uzayıp gidiyor. Arkadaşlarla bir araya gelindiğinde işten başka sohbet yok. Hobi yok. Gezi, sanatsal aktivite yok. Mazeret listesi ise daha uzun: “Çalışmaktan yaşamaya vakit kalmıyor ki; ben kalmazsam işi bilmem şu kişi alır; Eğer o işleri yapmazsam terfi alamam; Patron çıkmadan çıkamam; Toplantılardan iş yapmaya vakit kalmıyor ki; Müşteriye gidince ofis, ofiste kalınca müşteri ihmal ediliyor, olmuyor Bir de trafikte harcanan zaman var. Ofise gitmek ve sonra da eve dönmek için harcanan saatler… Sanal ofislerden sonra şimdi de esnek saatli çalışmalar girdi iş yaşamına. Amaç, verilen işi istenilen verimle ve performansla istenilen zamanda bitirebilmek ve hedefi gerçekleştirebilmek. Diğer taraftan hala gelenekselciler mesai saatleri aralığını sıkı sıkı koruyor, giriş çıkışları kontrol ediyor. Kişisel fikrim, bunun biraz da duyulan güven eksikliğinden kaynaklandığı sanıyoruz. Çalışanların işlerini sadece işyerinde iken yaptıklarını inanıyoruz. Ya da toplumsal kültürümüzün genlerinde kodlanmış olan “gözden ırak olan gönülden de ırak olur” sözünün iş yaşamında can bulmuş halini devam ettirmek için uğraşıyoruz. Çünkü hedef belirlemeyi, verimliliği ölçmeyi, hedeflerle yönetmeyi bilmiyoruz. Muammalarla çalışmak ve iş yaptırmak daha kolay geliyor. Bu uygulamalar tabiî ki daha fazla beyaz yaka olarak adlandırılan idari çalışanları kapsıyor. Eğer siz üretimde çalışıyorsanız ve makine parkurunuz otomasyon sisteminden uzaksa makinenin ve çalışan işçinin başında durmak gerekiyor. Denge sadece iş ile özel yaşam arasında değildir; yaşantımızın her alanındadır Hedeflerin gerçekleşmesinde eğer karşılıklı anlayış ve hoşgörü varsa; takım çalışması ruhu ile el ele, yürek yüreğe, omuz omuza bir mücadele ortaya koyuluyorsa dengeler kolaylıkla kurulabiliyor. Mazeretler bir anda yok oluveriyor. Akşam geç saatte de olsa yürüyüşler yapılabiliyor; bir spor salonuna gidip ter atılabiliyor. Hafta sonu arkadaşlarla sohbetler iş olmaktan çıkıp hobilere dönüşebiliyor; okumaya, gezmeye vakit ayrıldıkça ve bu etkinlikler çoğaldıkça anlatılacak binlerce anı yakalanıp paylaşılıveriyor. Hatta bir de bakmışsınız kim yazacak, kim gidecek derken birer birer hayallerinizi gerçekleştirmeye başlamışsınız. Buradaki sihir aslında tamamen farkındalıktan geçiyor. Hangi konu için ne kadar zaman harcayacağınız veya kuracağınız denge yine sizin elinizde. Eğer dengeyi başkalarının yönetmesine izin verirseniz işte o zaman durum değişiyor. Bu defa devreye, “ya izin vermezse, ya kızarsa…”gibi mazeretler giriveriyor. Literatürü biraz taradığımda çok ilginç bağlantılar çıktı karşıma. Bir tanesi gerçekten çok ilginçti. Çalışanlara psikolojik danışmanlık desteği veriyorlar. Yüz yüze görüşmelere dengenin nasıl sağlanacağı konusunda destek veriyorlar. Olayın vahametini anladığım başlıklardan biriydi. Bir başka sitede ise şu 5 adımda dengeyi kurmanın metotlar paylaşılıyordu: Sosyal ve kişisel zamanlarınızın programını yapın Diğerlerine limitler ve sınırlamalar koymaya başlayın Yardım isteyin İş haricindeki aktivitelerinizi planlayın Kendinize değerlerinizi ve önceliklerinizi hatırlatın Rahmetli Üzeyir Garih bir röportajında şunları söylemişti: “Cesaret önemlidir. Yerinde ve zamanında ortaya konan cesaret insanı asil yapar, esaretten kurtarır. Vazgeçebilme duygun hep canlı olsun. Menfaatine olmasa da, prensiplerine ters düşen bir şeyi asla yapma, hayır deme cesaretini göster”. Hayatınızın kontrolünü elinize alın, risk alın, yapamamları değil, nasıl yaparımları alın hayatın odağına. Sevdiğiniz işi yapın, mutlu olmadığınız yerden ise koşarak kaçın. Bakın hayat nasıl da güzelleşiyor, yoluna/rayına giriyor. Her seçimin olası bir vazgeçiş olduğunu bilin. Bunun bilincinde olmak sizi mutlu edecektir. “Hayatınıza sahip olmakla kariyer sahibi olmayı karıştırmayın”? Hillary Clinton Katkılarından dolayı Sena Şenüstün ve Sedat Turhan’a çok teşekkür ederim.