Bulunduğu sayı belirtilmemiş. Arzu Berk
Hayallerimizi Gerçeğe Dönüştürme Uğraşı: Hobiler
Çok sarsıcı bir Temmuz ayı idi. Üstelik küslerin barıştığı, ellerin öpüldüğü, hoşgörünün, sevginin, nefsin kudreti ile başlamıştı. Yürek burukluğu, kırgınlık, öfke, aymazlık dolu devam ediyor... Hala anlaşılamayan. Hala yürekleri dağlayan. Çok çok üzgünüm. Bu ayki içerik biraz kendimizin farkına varmak, hayallerimizin peşinden gitmek ve değişime kendimizle başlamak üzerine. Umarım bu belirsiz ve umutların yok olduğunu hissettiğimiz dönemde kısa bir mola olur, umut olur hepimize. Ayşe Kulin’in “Füreya” adlı romanını okuduğum zaman başladı seramik tutkum. Füreyya Koral idi rol model. Onun eserlerinden, tutkusundan, coşkusundan ve hayallerinin peşinden koşmasından etkilendim. Nerede seramikten bir duvar pano, kaftan, form, çanak, çerçeve, eser görsem depreşiverdi tutkum. Hadi diyordu, hadi! Başla artık! Öteleme! Ancak oğlum küçük, İstanbul büyük, günler kısa, iş çok mesai uzun yani mazeret çoktu hayale dalmak için… Derken İzmir’de devam etti yaşam. Ben İzmir’e, İzmir bana yabancı! Ne yapılır? Nerelere gidilir? Aktiviteler nelerdir? soruları sıralandı. Ve nihayet bir haftasonu seramik ile kesişti yolum. İçim kıpır kıpır! Bir cumartesi günü kendimizi seramik atölyesinde bulduk. Bende bir heyecan, tatlı bir telaş, yeni bir öğrencinin çekingenliği, heyecanı… Tarifi mümkün değil. Şimdi yazarken bile aynı heyecanı hissedebiliyorum. Üstelik seramik ile uğraşacak olan ben değilim, oğlum Ege! Ege’yi ve diğer çocukları izlerken, bir yanım al şu çamuru eline ve yıllardır hayalini kurduğun seramik çalışmasına ilk adımı at diyor, diğer yanım yapabilir miyim diye düşüncelerimi kemirerek cesaret kırıyor. Bu arada devreye seramik öğretmenimiz sevgili Özlem Okatan giriyor ve neden oğlunuzla birlikte denemiyorsunuz diye o can alıcı soruyu soruyor. Acaba o kadar belli mi ettim duygularımı diye sorgulamadan edemiyorum ve tüm tedirginliğime rağmen yeni oyuncak alınmış bir çocuk gibi büyük bir heyecanla alıyorum çamuru elime… Üzerinden yıllar geçti artık… Çamura her dokunuşta aldığım, yaşadığım mutluluk. Tüketmenin değil, üretmenin mutluluğu. Hayata kendi ellerinle verdiğin şeklin mutluluğu. Hayalini gerçekleştirebiliyor olmanın verdiği mutluluk. Ve en önemlisi bu keşfi anlamanın mutluluğu. Çamur bana çok şey öğretti. Sabretmeyi, dinlemeyi, görmeyi, anlamayı… Çamurun üzerindeki çatlak, birbirine tutunsun diye attığın çentik, fırından çıktıktan sonra aldığı şekil ya da haftalarca uğraştıktan sonra içinde hava kaldığı için paramparça çıkmış ve tuzla buz olmuş hayaliniz! Hayal kırıklığınız. Veya boyadığınız çanağın, lalenin, çınar yaprağının fırından çıktıktan sonraki o muhteşem görüntüsü. İnişler, çıkışlar… Hayatın ta kendisiydi. Ve gelelim bir diğer muhteşem ana! Sevgili Mehmet Tüzüm Kızılcan’ın öğrencisi olmaya. Yolumun Sevgili Kızılcan’ın atölyesi ile kesişmesindeki duyduğum gurura. Sevgili Kızılcan’ın tüm öğrencilerinin eserlerini anlatmaya, onları teker teker tanıştırma ve paylaşma anına! Yüzündeki gururu ve mutluluğu görmeye! Yaptığı işe olan saygısına tanıklık etmeye. Benim için çok ama çok değerli olan bu güzeltecrübeye. Ben hala çaylağıyım. Çıraklık devam ediyor. Şimdilik! Yiyecek daha çok fırın ekmek var. Emek istiyor, hem de çok! Seramik ile uğraşmak, bir hobisi olmalı insanın dedirtti . Ürettiği, kendini, nefsini, gelişimini disipline ettiği. Hayata ve hayallerimize verdiğimiz şekli, dokunuşlarımızı, ilişkilerimizde kenetlenmek için attığımız o çentikleri. Kontrolü ele alıp, farkındalığımızı artırıp, hayal kurup o hayalin peşinden koşmak için zaman kaybetmemeli. Aynı, çamura şekil verip ruh kattığımız gibi hayatımıza verdiğimiz şeklin de farkına varmalı. Bir diğeri fotoğraf çekmek mesela. Hayatı karelemek, anıları, manzaraları, insanları, kısacası canlı cansız her şeyi ölümsüz kılmak. Kim bilir? Anı yakalamak ve yakalanan anı paylaşmak. Görsel estetik yaratmak. Deklanşöre basarken, öz çekim yaparken doğal olsun, hisler yansısın istiyoruz karelerde. O duygu yansısın ki anlaşılsın gerçek. Miras bırakabildiğimiz gerçek tek şeyin anılar, deneyimler olduğunu daha iyi anlıyoruz her denklanşöre bastığımızda. İster kurumsal bir yapının içinde olalım, ister o kuruma hayat veren ve bugünlere getiren kişi olalım. Hayal kurarak, peşinden koşarak, korkmadan, mazeretler üretmeden, kendimiz için vazgeçmeden devam etmek. Gerekiyorsa hata yaparak, hatalarımızdan ders alarak, öğrenerek, deneyerek ilerlemek. Ne yaparsak yapalım severek ve isteyerek yapıldıktan sonra sonuç hep aynı. Ben çamur ile başladım, sizinki yelken, dans, yemek, fotoğraf çekmek, gezmek adı ne olursa olsun. Tüm bunları sevdiklerimizle yapmak ise daha da anlam katıyor. Ne kendimizden ne de sevdiklerimizden vazgeçmiyoruz. Sadece işin dışında da bir hayat olduğu gerçeğini de hatırlayarak yaşanması gereken anları ıskalamaladan.