OCAK2017 Avram Ventura
Deneyimleme
Deneyimleme, günlük hayatta çokça kullanılan bir sözcük değil; ama içerdiği anlam zenginliği açısından ben seviyorum, zaman zaman yazılarımda da buna yer veriyorum. Bu sözcüğün bendeki karşılığını şöyle tanımlayabilirim: Deneyimleme, yaşamı uzaktan izleyerek değil, görerek, duyumsayarak, kısacası yaşayarak anlamlandırmak! Uzun yıllardır duygularımı, düşüncelerimi, yaşadıklarımı çeşitli yayınlar aracılığıyla paylaşmaya çalışıyorum. Gerçeklikleri doğrultusunda, yazdıklarımın okuyucularda duygudaşlık sağladığını, bu şekilde onların beni kendilerine daha yakın bulduklarını da aldığım eleştiri ve yorumlardan görebiliyorum: Ya onların da benzer şeyleri yaşamış olmalarından, ya aynı şekilde düşündüklerinden ya da olaylar karşısında benzer tepkileri vermiş olduklarından… Nedeni bir yana, okuyucuların sözlerimde bulacakları gerçeklik payı oranında, yazdıklarımın daha inanılır olacağı kuşkusuzdur. Ünlü Fransız düşünür ve yazarı Albert Camus şöyle diyor: “Deney yaparak deneyim edinemezsin. Deneyimi yaratamazsın. Deneyimden geçmen gerekir.” Bu güne değin birçok kişisel gelişim kitabı okudum. Bir kısmı yazarın deneyimlerini, yaşanmışlıklarını dile getirirken, daha büyük bir kısmı ya kurguya yaslanarak yazmışlar ya da başkalarının deneyimlerini aktararak okuyucunun karşısına çıkmışlar. İçlerinden birkaçını okuduktan sonra, aradaki farkları açıkça görebiliyor, hangilerinin deneyimleme sonucu yazıldıklarını anlayabiliyoruz. Yaşamın kendisi de öyle değil mi? Hiçbir şeyi deneyimleme olmadan anlayamayız. Okuyabiliriz, araştırabiliriz, yorumlayabiliriz, konuyla ilgili her türlü bilgiyi öğrenebiliriz; ama bunları deneyimleme olanağımız bulunmadığı sürece, bilgilerimiz her zaman sığ ve yetersiz kalacaktır. Bu, bir yemeğin ya da bir tatlının neyle ve nasıl yapıldığını, özelliklerinin neler olduğunu öğrenip tadını bilememek gibi… Ya da insanoğlunun varoluşundan bu yana, başkalarının deneyimlediği aşkın tüm hallerini kitaplardan okuyup, onu hiç yaşayamamak gibi… Halil Cibran’ın Gezgin kitabında anlattığı, çok güzel ve anlamlı bir öykü var: Bir zamanlar yeşil tepelerin üzerinde bir Münzevi yaşarmış. Temiz ruhlu, aydınlık yürekli bu münzeviye karada yaşayan hayvanlar, gökyüzünde uçan kuşlar çifter çifter gelirler, o da onlarla konuşurmuş. Bu hayvanlar, gece yarılarına kadar onu büyük bir keyifle dinlerlermiş. Bir akşam yine sevgiden söz ederlerken, içlerinden bir leopar münzeviye sormuş: “Bize sürekli sevgiden söz ediyorsunuz. Söyleyin efendim, sizin eşiniz nerede?” Münzevi, “Benim eşim yok!” diye yanıtlamış. Birden bütün hayvanlar arasında büyük bir şaşkınlık ve hayret sesleri yükselmiş. Sonra aralarında konuşmaya başlamışlar: “Kendisi bu konuda bir şey yaşamamışken, bize nasıl sevgiden ve anlaşmadan söz edebilir ki?” Bir süre sonra sessizce ve münzeviyi küçümseyerek yanından ayrılıp gitmişler. Her duygunun mutlaka farklı bir karşılığı içimizde vardır; ama özellikle sevginin, deneyimlendiği zaman bir anlam kazandığını yaşayarak görüyoruz. Nasıl ki padişah kara bir kız olan Leyla için Mecnun’a, “Onda ne güzellik buluyorsun?” diye sorduğunda, “Leyla’ya benim gözümle bakmıyorsun!” diye yanıt vermişti ya… Bu ünlü sevdalının sözleri içinde, ciltler dolusu kitabın söyleyemediklerini bulabiliriz. Bu yanıttan esinlenerek yazdığım bir şiirin iki dizesi şöyle: “Her yerde Leyla görürsün / Hele Mecnun olmayagör” Söze son noktayı koymadan şunu söylemek istiyorum: Deneyimleme, en yalın anlatımıyla yaşanmışlıktır. Belki de bizi biz yapan her şeydir!