MART2017 Avram Ventura
Bastonsuz ayakta durmak
İspanya’da felsefe profesörü olan Fernando Savater, yaşantımızdaki biricik görevin “ahmak olmamak” diye söze başlayan bir yazısı ilgimi çekince, okumayı sürdürdüm. Profesörün söylediğine göre meğer “ahmak” sözcüğü, bildiğimizden farklı ve özlü anlamlar içeriyormuş. Sözcüğün Latincesi, becillus, baculus, “baston”dan geliyormuş. Ahmak ise, yürümek için bastona gereksinimi olan kişiymiş. Yazar özellikle vurguluyor: Bu sözünü ettiği, özürlü ya da yaşlıların yürürken kullandıkları türde bir baston değilmiş. Ahmak, bedensel olarak güçlü, hareketlerinde çok çevik bir insan olabilirmiş; oysa yazarın bu sıfatla belirtmek istediği, zihni ve ruhu aksayan kişilermiş. Savater, bu insanların ayakta kalabilmeleri için bir bastondan ya da başka bir şeyden destek almaya, özgürlükle hiç ilişiği olamayan dışsal bir şeye bağlanmaya mutlaka gereksinimleri olduğunu söylüyor. Bu denli bastondan söz ettikten sonra, yeri geldiğinde anlattığım bir masalı paylaşmak istiyorum: Uzun bir zaman önce, bilinmeyen bir kentte, yolda yürüyen bir adamın ayağı burkulmuş. Adım atmakta güçlük çeken adam, ağaçtan kesip yonttuğu bir sopayı baston yerine kullanarak yürümesini sürdürmüş. Bir süre sonra ayağı iyileşmiş; ancak adam bu bastona öylesine alışmış ki, elinden hiç bırakmamış. Onu gören bir başkası da bir baston edinmiş. Sonra bir başkası, bir başkası daha derken kısa zamanda bütün kent bastonla yürümeye başlamış. Öyle ki doğal yürüyüşün bastonla olduğu kanısı herkeste yerleşmiş. Bu arada ülkenin baston üretimi de giderek ilerlemiş, değişik malzeme ve nitelikte bastonlar yapılmaya başlanmış. Ağaç işlemelisi, fildişi saplısı, sedef kakmalısı, gümüş saplısı gibi… Farklı ortamlarda bu konuda çalışmalar yapılmış, seminerler düzenlenmiş. Gazetelerde yazarlar, derslerinde öğretmenler, yüksekokullarda öğretim üyeleri bastonun yararları hakkında yeni tezler ortaya sürmüşler, bu konuyu bilimsel bir temele oturtmaya çalışmışlar. Zaman geçmiş, birkaç kuşak sonra doğal yürüyüş artık bastonla yapılır olmuş. Yeni doğan çocuğa ilk hediye olarak baston verilmeye başlanmış. Nasılsa günlerden bir gün, adamın biri çıkmış, elindeki bastonu fırlatmış ve yürümesini sürdürmüş. Herkes adama bir tuhaf bakmaya başlamış. Kimi deli demiş, kimi kışkırtıcı, kimi de düzene başkaldıran biri olarak görmüşler onu. Gazetelerin baş sayfalarında resmi çıkmaya, köşe yazarlarından onunla ilgili eleştiriler yağmaya başlamış. Bir süre sonra adamın bu eylemi, başkalarını da etkilemiş. Bastonsuz gezen bir kişi iken, iki, üç, beş olmaya, bu sayı giderek çoğalmaya başlamış. Kimi de işi daha ileriye götürerek, çevresinden gelen tepkileri umursamadan bastonsuz koşmuş. Ülkenin sanki bütün sorunları bitmiş gibi, insanlar bu baston yüzünden birbirleriyle kavga etmeye başlamışlar. Bir yanda bastonlular, öte yandan bastonsuzlar… Masal bu kadar! Nasıl bittiğini bilmiyorum; ama her birimiz, bunun sonunu istediğimiz gibi kurgulayarak bağlayabiliriz. Bu arada Danimarkalı masal yazarı Hans Christian Andersen’in sevdiğim şu sözünü de anmak istiyorum: “Masallar çocuklar uyusun ve büyükler uyansın diye yazılır.” Bu bağlamda öykünün sonucuna odaklanmak yerine, Fernando Savater’un öne sürdüğü, yaşantımızdaki biricik görevin “ahmak olmamak”la ilgili düşüncelerimizi gözden geçirebiliriz. Ayrıca her türlü özgürlüğümüzü sınırlayan, yolumuza dayanacağımız bir destek olmadan yürümemizi engelleyen bir yaşamı da sorgulayabiliriz. Nietzsche, “Özgür olmak, çok az kişinin sahip olabildiği bir ayrıcalıktır.” diyordu. Bu özgürlük, öncelikle bilinçli olmayı gerektiriyor. Sözümüzün başında “Ahmak” diye nitelendirdiğimiz kişilerde eksik olan, bir bastona dayanmadan ayakta durmayı başarabilen bir bilinç! Bu da bizi sanırım aynı dilekte buluşturacaktır: İnsanca yaşamak!