AGUSTOS2020 Avram Ventura
Aptallık üstüne
Aptallık üstüne Ne denli kendimizi akıllı görsek de, zaman zaman bir aptallık yapmaktan kendimizi alamayız. Bunu da doğal karşılamak gerekir. Dalgınlığımıza gelmiştir, basiretimiz bağlanmıştır ya da herhangi bir nedenle… Hangimiz ben hiç aptallık yapmam diye bir sav ileri sürebilir ki? Arada bir bu tür bir davranışı sergilediğimizde, bunun sürekli olmaması için özen göstermemiz önemlidir. Yoksa Aziz Nesin gibi oranlar üzerinden bütün ülkeyi içine alacak bir genelleme yapmanın da gereği yok. Yaptığımız bir aptallığa gülüp geçebiliyor, bundan da ders alabiliyorsak, bu bile bizim için yeterli sayılabilir. Sorun şu ki, sergilediğimiz bu davranıştan çok, başkalarının bizi bu sıfatla anmaları, daha çok üzmektedir. Hepimiz mutlaka aynı kanıyı paylaşıyoruzdur: Aptallık yapabiliriz, ama aptal değiliz! Kuşkusuz bu sözleri söylemek için de belirli bir akıl düzeyinde olmamız gerekiyor. Ünlü Fransız yazarı Anatole France’ın söylediği gibi: “Aptal kendini akıllı sanır, akıllı ise aptal olduğunu bilir.” Yıllar önce İngiliz gazeteleri, tüm ülkede yankıları sürmüş, büyük reklamlarla desteklenmiş, sessiz bir konserin öyküsünü yayımlamışlar. Konser günü salon ağzına kadar doluymuş. Ünlü virtüöz dinleyicileri selamladıktan sonra piyanonun başına geçmiş, çalar gibi parmaklarını tuşlar üstünde gezdirmeye başlamış. Daha önce telleri söküldüğünden, piyanodan hiç ses çıkmamış. Dinleyiciler hiçbir anlam veremeden, ama bu duruma bir tepki de göstermeden, iki saat süresince sessizlik içinde sabırla beklemişler. Piyanist konserin sona erdiğini belirtmek için ayağa kalkıp halkı selamladığında, dinleyiciler ona uzun bir alkışla karşılık vermişler. Ertesi gün bu piyanist televizyonda o konserin öyküsünü anlattıktan sonra, davranışının nedenini şöyle açıklamış: “İnsanların aptallıklarının nereye kadar varacağını öğrenmek istedim, meğer sınırı yokmuş!” Piyanistin söyledikleri bana Albert Einstein’ın şu sözünü anımsattı: “Sonsuz olan yalnızca iki şey vardır; biri evren, öteki insanoğlunun aptallığı. Üstelik birincisinden o kadar da emin değilim.” Farklı deneyimlerle beslenmiş olsalar da, bir sanatçı ile bir bilim insanı aynı sonuçta buluşabiliyor. Oysaki ben, dinleyicilerin davranışını aptallık olarak nitelendirmenin biraz abartılı olduğunu düşünüyorum. Elbette ki onlardan hiçbiri piyanistin bir şey çalmadığını biliyordur; ancak herkesin suskunluğunu koruduğu bir ortamda, sanırım bir tepki vermekten kaçınmışlardır. Özellikle konu sanat olunca, söyleyeceğimiz bir söz, getireceğimiz bir eleştiri o dinleyiciler gibi çoğumuzu mutlaka kaygılandırıyor. Belki de bilmediğimiz modern bir çalışmanın içinde olduğumuzu sanıyor, bu yüzden suskun kalmayı yeğliyoruz. Hele geçmişten bu yana anlaşılamamış, itilmiş, görmezliğe gelinmiş sanatçıları göz önüne getirdiğimizde, bu kaygımız daha çok anlam kazanmış oluyor. Ayrıca toplulukla birlikte hareket ettiğimizde, küçük düşmenin ezikliğinden de sıyrıldığımızı düşünüyoruz. Matthijs van Boxel’in yazdığı Aptallık Ansiklopedisi’nde bir akademiden söz eder. Bunun giriş kapısının üzerinde bir çift körükle süslenmiş ve üzerinde tavus kuşu ile eşeğin tuttuğu bir kalkan olan Aptallık Hanedanı arması asılıymış. Bir papağan, tacın içine yuva yapmış. Renkli cama, altında bir sfenks ile şu soru resmedilmiş: Kim Kendi Aptallığını Anlayacak Kadar Akıllıdır? Bu sorunun yanıtı bile bize kendi akıl sınırlarımızı göstermek için yeterlidir. Hangi çağ ve ülkede isterse olsun, aptallığın saptanabilecek bir sınırı yok. Bunu tarihin sayfaları arasında, geleneklerde, yerleşik kurallarda görebiliyoruz. Ayrıca ortaya çıkan bireysel davranışlar da bizi şaşırtmayı sürdürebiliyor. Hele sürü psikolojisi içerisinde, bazı doğruları tartışma dışında bırakacak kadar, körü körüne her söylenene inanıyorsak, bu davranışa ne tanım konması gerekir, bilemiyorum. Özellikle son günlerde şu aptallık konusu niçin kafama takılıyor ki?..