SUBAT2021
Avram Ventura
Kışkırtma üzerine
Her ne kadar izlememeye çalışsam da, takıldığım bir televizyon reklamından sonra şunu düşündüm: Bu yapılan tanıtım, kim bilir ürünü satın alması için kaç kişiyi kışkırtmıştır? Doğrusu beni ilgilendirmiyor, ama bu ürüne istek artıyorsa, demek ki amaca ulaşılmış, başarılı olmuştur!
Hepimizin içinde kışkırtılmayı bekleyen zayıf bir yanımız mutlaka vardır. Küllenmiş bir ateş gibi. Birinin onu körüklemesiyle canlanıyor, yeniden yanmaya başlıyor. Diyelim ki içmeyi bıraktığımız sigarayı ya da içkiyi aklımızdan geçirmezken, iyi bir tanıtımın kışkırtmasıyla ya da birinin ısrarlı ikramıyla, bilinç dışı elimiz uzanıyor, bu bağımlılığa yeniden dönebiliyoruz.
Yılan, yasak meyveyi yemesi için Havva’yı, Havva da Âdem’i kışkırtmadı mı? Kutsal Kitaplar, o güne değin sorumsuz, çalışmayan, üretmeyen bu çiftin bilinçlenmesiyle, insanlık tarihinin başlamış olduğunu anlatır.
Kışkırtma, her alanda kullandığımız, geniş anlamları olan bir sözcük. Onu daha dar bir çerçevede ele alarak açmak istiyorum. Özellikle çocuklar arasında çok olur; belki bir zamanlar, birçoğumuzun da başından benzer olaylar geçmiştir:
Birlikte oldukları bir sırada, yapılması zor, çekinceli bir eylem için gençlerden biri kışkırtılır. Tehlikeli bir yere tırmanma, kış soğuğunda denize girme, yüksek bir duvardan riskli bir atlama, çok aşırı bir dozda içki içme, kullandığı araçla hız limitinin üstüne çıkma gibi… Bunun için ya yapabileceklerini söyleyip yüreklendirerek ya da beceremezsin deyip kışkırtarak, birini ya da birilerini bedensel güçlerinin çok üstünde bir eyleme iterler. Zayıf yapıdakiler veya kendilerini göstermek, kanıtlamak gereksiniminde olanlar, bir anda ortaya atılırlar ya da bir başka deyişle diğerleri tarafından itilmiş olurlar. O an eylemlerinde başarılı olsalar bile, bunun getirdiği olumsuz sonuçlarına, yaşantımızın değişik dönemlerinde tanık olmuşuzdur.
Bugün de farklı alanlarda benzer kışkırtmaları görüyoruz, okuyoruz. Kimi bu eylemlerinin sonucunda yalnızca kendine bir zarar verirken, kimi de çevresini etkileyecek şekilde bunu yapmaktadır. En tehlikelisi de, sınırlı bir topluluğu ya da bütün bir toplumu, eylem ve düşünceleriyle kışkırtarak varlıklarını tehlikeye sürüklemektir ki, bunları konumuzun dışında tutuyorum.
Kuşku yok ki birçoğumuz, bulunduğumuz çevrede sivrilmek, başarılı görünmek, beğenilmek isteriz. Buna karşın, her birimizin bilgisi, yeteneği, olayları anlama ve kavrama yetisi sınırlı ve farklıdır. Bu sınırlarımızı bilmediğimiz ya da göz ardı edeceğimiz durumlarda, istenmeyen üzücü sonuçlarla karşılaşmamız doğaldır. Bunlar maddesel olduğu kadar, sağlığımızı, hatta varlığımızı olumsuz etkileyen durumlarla da bizi karşı karşıya bırakabilir.
Yıllar önce ünlü ip cambazı Zumbrati, Niyagara Şelalesi üstünde çok tehlikeli bir yürüme gösterisini tamamlamış. Bu sırada yanına bir gazeteci yaklaşmış, kendisini kutladıktan sonra, aynı başarılı yürüyüşü bir el arabasıyla gerçekleştirebileceğini belirtmiş. Zumbrati bunun için istekli olmadığını söyledikçe, gazeteci sözlerinde direnmiş. Sonunda ünlü cambaz, “Bunu yapabileceğime gerçekten inanıyor musun?” diye sormuş. Gazeteci bundan hiç kuşkusu olmadığını söyleyince, “Hadi o zaman gel, sen de el arabasına bin, birlikte yürüyelim!” demiş. Bu öneri karşısında gazetecinin ne söylediğini, ne yaptığını bilmiyoruz; ama söyleşi noktalandığına göre, sonucunun ne olduğunu tahmin edebiliriz.
Her konu ve alanda bir başkasını kışkırtmak kolay, oysa onunla aynı gemiye binmek, elini aynı taşın altına koymak için içtenlik kadar, gerçekten de yürekli olmak gerekiyor.
Tüm olasılıklar göz önüne alınsa da, her girişimin, her buluşun, yapılmaya çalışılan her keşfin öngörülemeyen riskleri vardır. Kendimiz için bunları göğüslemekten kaçınmadığımız gibi, kimi tutkularımızı doyurmak için gönüllü olmayı bile seçebiliriz. Ancak konu başkaları olduğunda, öncü olabiliriz, paylaşabiliriz, destek verebiliriz, ama onları kışkırtarak karşıdan izlememizin ne denli doğru olacağı kuşkuludur.