NISAN2021 Avram Ventura
Fırtınalara karşı
Benim yapımdan da kaynaklanıyor olabilir, süren alışkanlıktan da… Elimdeki işi bitirmeden yatağa girdiğimde bir türlü uyku tutmuyor. Ayrıca evimde ve işyerimde eşyalarım mutlaka yerli yerinde olmalı. Bu yaşıma kadar, düzenimi koruduğum sürece kendimi huzurlu hissettim. Oysaki dağınıklıktan hoşlanan, işlerini sürekli erteleyen insanları hepimiz biliyoruz. Belki de onlar, bu rahat davranışlarıyla benden daha huzurludurlar. Yine de kılı kırk yaran, işlerini bir an önce sonuçlandırmaya çalışan, ancak özel yaşamında darmadağınık bir arkadaşımı da bu karakter yapısıyla tanıyorum. Konu kendimizle ilgili olduğunda, hele kimseye hesap vermeyeceksek, hayatımızı istediğimiz gibi sürdürebiliriz; ancak başkalarıyla olan ilişkilerimizde, her türlü davranışımız daha çok önem kazanmaktadır. Özellikle de sorumluluk yüklendiğimiz alanlarda… Bir süre önce yanında elliye yakın eleman çalıştıran bir işyeri sahibi arkadaşımla söyleşiyorduk. Söz bu elemanların seçimine, işe yerleştirilmesine gelince, bilmediğim, belki de bu güne değin ilgili olmadığım bir konuyu açıkladı. Öyle ki, artık bu insanların işe alınması ve onların hangi bölümde çalışacaklarıyla ilgili doğrudan görüşmediğini, bağımsız bir birim tarafından, tümüyle bilimsel verilerle bu elemanların seçildiğini ve yeteneklerine göre onlara iş verildiğini söyledi. Bu seçim ve çalışmalar sonucunda, yıllarca aynı işi yapan kimi elemanların görev yerlerinin değiştirildiğini, böylece işyerindeki verimliliğin daha çok arttığını belirtti. Sonunda söz şöyle noktalandı: Günün koşullarına ayak uydurmaya çalışan, başarıya odaklanan hiçbir kurumda, her işi yaparım yaklaşımı artık geçerli olmuyor! Bilgi, yetenek, mesleki birikim kadar, kişinin karakter yapısı, bir hizmetin gerçekleşmesinde, bir işin daha iyi yapılmasında önemli bir etmen olmaktadır. Kendi potansiyel gücümüzü bildiğimiz oranda, çalışmalarımızda daha başarılı olacağımız kuşkusuzdur. Sözlerimi bir öyküyle sürdürmek istiyorum: Çiftlikte iş arayan bir adam, yanında getirdiği tavsiye mektubunu iş sahibine vermiş. Bu mektupta yalnızca, “fırtınada uyur” diye yazıyormuş. Çiftliğin sahibi o an çaresiz durumda olduğundan bu adamı işe almış. Aradan birkaç hafta geçmiş ve bir gece yarısı büyük bir fırtına patlamış. Yağan şiddetli yağmur ve uğuldayan rüzgârla uyanan çiftlik sahibi telaşla yataktan fırlamış. Yeni işçisini çağırmış, ama adam çok derin bir uykudaymış. Bakmış, adamı beklemek için zaman yitirecek, doğru ahıra koşmuş. Hayvanların güvende olduğunu ve bol bol yemleri olduğunu görünce şaşırmış. Sonra tarlaya koşmuş. Buğday balyalarının bağlanıp muşambayla örtülmüş olduklarını görmüş. Ambara koşmuş, kapılar kilitli, tahıl da kuruymuş. O zaman, “fırtınada uyur” sözünün ne anlama geldiğini kavramış. Bu öykünün iletisi ışığında, herkes kendi payına şu soruyu sorabilir: Nefes aldığım her an, öngöremediğim olumsuzluklarla karşılaşabilirim. Bu anlarda, büyük bir yıkımla karşılaşmamak ya da gelebilecek her türlü maddesel ve tinsel zararları en az kayıpla göğüsleyebilmek için, gerekli önlemleri aldım mı? Soruyu biraz açacak olursam... Bu söylemek istediğim olumsuzluklar fırtına, deprem, su baskını gibi bir doğa olayından kaynaklanabildiği gibi, ekonomik ya da sosyal bir patlamanın etkisiyle de ortaya çıkabilir. Doğaldır ki bilgili, deneyim kazanmış, ileri görüşlü insanlar kadar, kurumlaşmış şirketler, gelecekle ilgili bütün kararlarını tüm bu olumsuzlukları göz önünde bulundurarak almaktadırlar. Yoksa herhangi bir doğal, ekonomik ya da sosyal fırtınanın getirebileceği yıkım, boşluk ya da kargaşa karşısında kendimizi nasıl korumaya aldığımız, ancak bir olay ortaya çıktığında önem kazanacaktır. Öyle ki zamanında alacağımız her türlü önlemle, öyküdeki işçi gibi en sert fırtınalarda bile huzur içinde uyuyabileceğiz. Şöyle de diyebilirim: Yaşamak, fırtınalara karşı direnebilmektir!