TEMMUZ2021 Avram Ventura
Göğe bakarken
Göğe bakarken Sabahın erken saatleri. Bir deniz kıyısındayım. Bir yandan pırıl pırıl sulara, öte yandan gökyüzünün maviliğine bakıyorum. Her ikisi de, bir sonsuzluğu çağrıştırıyor bana. Bir farkla ki, deniz ufuk çizgisinde sanal bir sınır çizerken, gökyüzü beni hayallerimin dışında, hiçbir sınırın olmadığı bir başka sonsuzluğa götürüyor. Düşündüğümüzde, gökyüzü bize daha neleri çağrıştırmıyor ki… Milyonlarca yıldızın yer aldığı o sınırsız evrende bir nokta kadar olan yerimizi… Başka canlıların varlığını kanıtlayamadığımız sürece, insan türü olarak belki biricik olduğumuzu… Eski çağlardan günümüze ulaşan birçok söylencenin yaşam alanını… İlk inanç sistemleriyle başlayan, geleneklerle yaşayan ve kimi kutsal kitapta yazılan Tanrı’nın evreni yönettiği yer olarak biliyoruz gökyüzünü. Dualarımızda, beklentilerimizde, gözlerimiz her zaman göğün maviliğinde. İnançlarımız, geleneklerimiz, bilgilerimiz doğrultusunda, her birimizin gökyüzüne bakışına farklı anlamlar yüklediğini söyleyebiliriz. Melih Cevdet Anday, Ankara’da bir gün Yakup Kadri’yi gökyüzüne bakarken görmüş. Bunun üstüne şöyle düşünmüş: “Neydi bunun anlamı? Hep merak etmişimdir. Belki anahtarını kaybetmişti de onu düşünüyordu. Çünkü gökyüzüne bakmak kolay değildir.” Söz ustası ve düşünür Anday, bu sözleri boşuna söylememiştir. Kuşku yok ki herkes, açık bir ortamdayken, başını kaldırıp istediği şekilde gökyüzüne bakabilir; oysa konu görmeye gelince, benzer sözleri söyleyemeyiz. Bakmanın da görmek olmadığını biliyoruz. Yalnızca düşüncelerimizi kışkırtmak için de olsa şunu sorabiliriz: Neden bu ünlü yazarımız gökyüzüne bakmanın kolay olmadığını söylemiştir? İnançlarımızdan doğan kaygılardan mı, o sonsuzluk karşısında duyumsadığımız hiçlikten mi, kim bilir. Her birimiz bu konudaki bilgi ve birikimimiz doğrultusunda varsayımlarda bulunabiliriz. Öyle ki bakıp da görebilenler için gökyüzü, düşünce alanımızın çok ötesinde simge ve gerçekleri barındırmaktadır. Öyküde olduğu gibi… Karı-koca birlikte tatile çıkarak gittikleri yerde kamp kurmuşlar. Tatillerinin ikinci gününün akşamı güzel bir yemek yiyip uykuya dalmışlar. Birkaç saat geçmişti ki, kadın uyanmış, sonra da kocasını uyandırmış. Adam uyku sersemliği içinde, ayrıca güzel bir rüyadan uyandırıldığı için biraz kızgındır. "Ne oldu? Ne istiyorsun?" diye sormuş. "Yukarıya bak ve bana ne gördüğünü söyle." Adam gökyüzüne bakmış ve yanıt vermiş: "Bunun için mi uyandırdın beni? Baktım işte. Bir sürü yıldız görüyorum, ışıl ışıl parlayan milyonlarca yıldız." Karısı tekrar sormuş: "Peki, bu sana neyi gösteriyor?" Artık tümüyle uykusu kaçan adam biraz düşünmüş ve şöyle yanıtlamış: "Teolojik olarak Tanrı'nın kudretini ve kendi güçsüzlüğümü görüyorum. Felsefi olarak, evrenin sonsuzluğunu ve onun karşısındaki önemsizliğimizi görüyorum. Astronomik olarak galaksilerin, yıldızların, gezegenlerin varlığını görüyorum. Yıldızların konumuna bakarak saatin üç olduğunu, meteorolojik olarak da bugün havanın çok güzel olacağını görüyorum. Niye sordun bunu bana? Sana neyi gösteriyor ki?" “Çadırımızı çalmışlar!..” Demek ki yalnızca bakmak yeterli olmuyormuş, ayrıca görmek de gerekiyor! Turgut Uyar, bir şair duyarlılığıyla Göğe Bakma Durağı’nda kim bilir hangi aşkın sarmalına takılmış, bakıyordu. Görmek, kuşku yok ki gözlerimizin asıl işlevidir; oysaki bizi aydınlatacak olanın, bilgi ve sezgi olduğunu düşünüyorum.