AGUSTOS2021 Avram Ventura
Sokulmadan yan yana...
Kimileri daha ilk karşılaşma anında, insanlarla kırk yıllık arkadaş gibi yakınlık kurabiliyor. Bir selam, bir bakış ya da bir gülümseyişle aradaki tüm uzaklıkları sıfıra düşürebiliyor. Kuşkusuz bunun da ayrı bir yetenek olduğunu söyleyebilirim. Yapım gereği çekingen bir insan olduğumu saklayacak değilim. Tanımadığım ya da yeni tanıştığım insanlara kısa bir sürede yaklaşmayı, yakınlaşmayı sanırım yeterince beceremiyorum. Hadi onlar bir yana, kendime en yakın gördüklerimin olsun, daha önce telefonla aramadan ya da haber vermeden, özel alanlarına girmek için kapılarını çalmayı hiç sevmiyorum. İlk aklımdan geçenler: Görüşmeye benim için uygun olan bir zaman, belki onlar için hiç olmayabilir... O anda yaşadıkları bir sorunu benimle paylaşmak istemeyebilirler... Belki de konuşmak için olsun, hiç keyifleri olmayabilir... Bunlara benzer kaygılarla, en yakınlarımı olsun, aramadan gitmek için kendimi engellerim. Yeri geldiğinde bu konuyu arkadaşlarımla da tartıştığım oldu. Bu kaygılarımın herkes için geçerli olamayacağını, özellikle yakın çevre içinde, böyle bir uzaklık bırakmanın ilişkilerimizde bir soğukluk, bir resmiyet yaratacağını söylediklerinde suskunlukla dinledim. Haklı olabilirler, ancak doğru olduğuna inandığım bu davranışımı değiştirmeyi de hiç düşünmedim. Sonuçta, ilişkilerimizi etkileyecek her türlü olumlu ya da olumsuz yaklaşımın sorumluluğunu ben üstlenmiş oluyorum! Bu konu üstünde düşünürken Mürşit kitabında yer alan Cibran’ın şu sözleri geliyor dilimin ucuna: “Hep yan yana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın; Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da birbirinden ayrıdır.” Bu arada Cibran’ın bu sözleri sıradan insanlar için değil, evli çiftler için söylediğini anımsatmak isterim. Dostluk, içtenlik, sevecenlik, birliktelik... Bunlar ve benzer yaklaşımların tümü, yaşamak istediğimiz sıcak ilişkilerin temel taşları, olmazsa olmazlarıdır. Ancak yalnızca bunlara güvenerek, karşımızdaki insanın duygularını, düşüncelerini, özel yaşamını görmezlikten gelemeyiz. Bu yüzden çizeceğimiz sanal sınırlar içerisinde, karşılıklı saygı ve sevginin buluştuğu bir noktada, her tür ilişkinin gelişebildiğini düşünüyorum. Molla Cami’nin şu öyküsü sanırım söylemek istediklerimi daha iyi anlatacaktır: Bir bilgeyle sultan dost olmuşlar. Günün birinde bilge, bulunduğu bir toplantıda, varlığından sultanın rahatsızlık duyduğunu sezer gibi olmuş. Her ne kadar araştırmışsa da, bu soğukluğa, sultanla fazlaca yüz göz olmaktan başka bir nedenin olmayacağını anlamış. Bu yüzden, kimseye bir şey söylemeden kendi köşesine çekilmiş. Günlerden bir gün, yol üzerinde sultanla karşılaşmışlar. Sultan bilgeye sormuş: “Ey bilge! Bizden kaçmanın ve dergâhımızdan ayağını çekmenin nedenini öğrenebilir miyim? Artık niye gelmiyorsun?” Bilge gülümseyerek yanıtlamış: -Sevgili sultanım, bana “Niye gelmiyorsun?” diye sormanız, “Niye geldin?” diye sormanızdan daha güzeldir de, onun için! Girdiğimiz ortamlarda bekleniyor olmanın, güler yüzle karşılanmanın, ilgi odağı olmanın keyfine, elbette ki söylenecek bir sözümüz olamaz. Tersine, bulunduğumuz o ortamlarda bizi sorgulayan gözler varsa, kuşku yok ki bu, daha çok rahatsız edecektir. Her zaman ve her yerde kendimizi bilmekten, ölçülü olmaktan söz ediyoruz. Bu ölçü, yalnız duygu, düşünce ve davranışlarımızda değil, her türlü ilişkimizde de en önemli bir denek taşı olmaktadır. Öyle ki, kimi zaman çevremizdeki insanlarla koruduğumuz uzaklıklar, bizi birbirimize daha çok yakınlaştırıyor. Cibran’ın söylediği gibi çok sokulmadan, ama yan yana…