OCAK2022 Avram Ventura
Bilmediğini bilen
BİLMEDİĞİNİ BİLEN Cahil sözcüğünü, ilk kalem denemelerimde, günlük konuşmalarımda, daha sık ve farklı anlamlarda kullanırdım. Sözleri, davranışları ya da düşünceleriyle bir kişiyi cahildir ya da değildir şeklinde nitelendirmek, benim için kolay bir yargı olurdu. Oysaki hayatımın her aşamasında yaşadığım deneyimler, okuduklarım, bu konudaki yanılgılarımı artık yüzüme vurabiliyor. Bazen televizyonda yayınlanan bilgi yarışmalarını izliyorum. Önceleri bilgi düzeyleri yüksek kimi katılımcıların, bana göre çok basit görünen soruları yanıtsız bırakmalarına ya da yanlış yanıt vermelerine hayret ederdim. İnsan bunu nasıl da bilemez, derdim. Sonradan şunu gördüm: Hepimiz, eğitim ve birikimimiz ne olursa olsun, duyduğumuz ilgi alanımızın dışındaki birçok konunun cahiliyiz. Kendimden bir örnek verecek olursam: Televizyon dizileri ve onların kahramanları ile ilgili gelen kimi sorulara eşim anında yanıt verirken, ben bunları hiç izlemediğim için, ekrana boş gözlerle bakmayı sürdürüyorum. Oysaki edebiyattan gelen bir soru olduğunda zorlanmadan yanıtlayabiliyorum. Bir süre önce, emekli bir tıp profesörü arkadaşımla, ihtiyacı olduğu bir ürünü satın almak için Kemeraltı’nda geziyorduk. Bir dükkâna girdiğimizde, ürünlerle ilgili sorduğu sorular kadar, satış elemanına gösterdiği yaklaşımda, kendi alanının dışında onun ne denli yetersiz ve bilgisiz olduğunu anlamış ve doğrusu şaşırmıştım. Aslında arkadaşımın bu davranışı, büyük çoğunluğumuz için geçerlidir. Ne kadar çok okuduğumuzu, bilgilendiğimizi sanıyorsak da, kimi konularda cahilliğimizi ortaya koymaktan hiç geri kalmıyoruz; ama artık bunu doğal karşılıyor, hiç şaşırmıyorum. Sabahattin Kudret Aksal'ın güzel bir denemesi var: Göz Canlının Neresinde? Bu denemede Aksal bir öykü anlatır. Öykü şöyle: Sınava giren öğrenciye, sınav kurulundan bir öğretmen, ondan gözü anlatmasını ister. Öğrenci, gözü şaşılacak bir düzen içinde, en küçük ayrıntılarına kadar öyle bir anlatır ki, onu dinleyenler bir göz uzmanını dinlediklerini sanırlar. Kusursuz bir dil ve yetkin bir bilgiyle donanmış bu öğrenciyi büyük bir hayranlıkla dinlerler. Sonuçta kendisine en yüksek notu verdikleri gibi, gösterdiği bu başarıdan dolayı onu kutlarlar. Öğrenci dönüp güvenli adımlarla odadan çıkarken kurul üyelerinden biri, son bir soru sormak istediğini söyler: "Evladım, der. Göz canlının neresindedir?" Öğrenci o güvenli haliyle düşünmeden soruyu yanıtlar: "Karnında, efendim!" Öykü çok mu abartılı? Bence değil. Her gün farklı ortamlarda, bu tür insanlarla birlikte oluyoruz ki... Konuşurken edindiğimiz ilk izlenimlerle, ayaklı bir kitaplık ya da belirli bir konuda yeterince donanımlı bir kişiyle karşılaştığımızı sanıyoruz. Bir süre sonra şunu görüyoruz: Bu insanların bir kısmı bilgileri belleklerine doldurup kendilerini yetkinleştirdiklerini sanırken, kaçırdıkları küçük ayrıntılarla, konunun özünden uzak kalmışlar. Özellikle her mesleğin olmazsa olmaz temel bilgileri vardır. Onları öğrenmeden, uygulamadan kişinin yaptığı işte başarılı olması oldukça güç, belki de olanaksızdır. Bu sözleri okuyan birçoğunuzun gözünde, kim bilir ne çok olumlu ya da olumsuz örnek canlanmıştır; yakın çevrenizden, ilk kez tanıştığınız, herhangi bir nedenle başvurduğunuz kimi insanlardan... Bakıyorsunuz, konusunun uzmanı olan o kişi, öncelikle sağlaması gerektiği insan ilişkilerinde tümüyle yetersiz. Birlikte çalıştığı bir insanı anlamadan, sevmeden görevini yapmaya çalışıyor! Bana göre cahil bir insanla, bir aydını ayıran en önemli nokta, aydın insanın bilmediğini bilmesidir; oysaki cahil, özgüveni yüksek olduğu gibi kendini her konuda bilgili sanır. Bu yüzden bir cahille, hiçbir şekilde tartışamazsınız. Kanıta gereksinimi olmadığı gibi, savına yalnızca inanmış olması, kendini sürekli haklı göstermesi için yeterlidir. Bu konuda Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu sözü, söylemek istediklerimi sanırım özetleyebilir: “Âlim bazı şeyleri bilir, cahil ise her şeyi.” İnsan araştırdıkça, okudukça önünde açılan bilgi okyanusu ortasında ne denli yetersiz kaldığını görebiliyor. Her an, yeryüzünün her noktasından bilgi haznesine milyonlarca veri yüklenirken, biz sınırlı yeteneklerimizle bunlardan ne kadarını öğrenebiliriz ki? Daha çok kendi ilgi alanlarımıza yöneliyor, diğer konularda genel bir bilgi edinmeye çalışıyoruz. Öncelikle söylediğim gibi, bilmediğimizi biliyorsak, bu bile bizim için yeterlidir. Tümü bir yana, erdemlerin kazandırdığı niteliklerin, bize insan olma yolunda bilgiden daha çok değer katabileceğini düşünüyorum.
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.