NISAN2022 Avram Ventura
Öğüt bekleyen için
Uzun bir süre önce okumuş olmama karşın, son günlerde iki kitabı yine ilgiyle elden geçirdim: Biri André Maurois’nın Bir Gence Açık Mektup, diğeri ise Fernando Savater’in Oğluma Ahlak Üstüne Öğütler. Her iki kitap da ahlak ve hayat üstüne öğütler veriyor. Aslında bu yazarlar, gençlere yönelik bilgilerini paylaşıyor görünseler de, hangi yaşta olursak olalım, her birimizin bunlardan yararlanacağı kuşkusuzdur. Belirli bir yaşı geçtiğime göre, almaktan çok öğüt verme konumunda olmam gerektiği düşünülebilir. Oysaki verilen öğütlerin bir işe yaradığından hep kuşku duymuşumdur. Baktığımızda, kiminin bunları ilgiyle dinlediğini, kiminin dinler gibi yaptığını, kiminin de hiç dinlemediğini görebiliyoruz. Genelde kendi düşünce paralelinde olan öğütler hayata geçirilmiş, karşı görüşler ise kuşkuyla karşılanmıştır. Bunu bir yakınma nedeni ya da başkalarını eleştirme amacıyla söylemiyorum. Çünkü benzer davranışları, benim gibi her birimiz, yeri geldiğinde sergilemişizdir. Ya yaşımızın verdiği ataklıktan, ya kendimizi bir an önce kanıtlama isteğinden ya da bilgi, birikim ve deneyim eksikliğinden… Daha da ötesi, başkalarının düşüncelerine göre hareket etmeyi hiç sevmiyoruz. Bu yüzden deneyimlerle sınanmış, yaşantımızı değiştirebilecek, başarıya ulaştırabilecek öğütleri dinleyen insan sayısı o denli az ki… Tersine, verdiklerimizin değil, öğüt isteyenlerin birçoğunda, çıkar beklentilerinin kokusunu duyabiliyoruz. Bir İngiliz atasözü şöyle diyor: Herkesin istediği, oysa kimsenin dinlemediği bir şey vardır: Öğüt! Atasözlerinin, düşünürlerin söyledikleri bir yana... Bu konudaki yargımızı, kendimizi olduğu kadar çevremizi gözlemleyerek de verebiliriz. Yeterince bilgili, birikimli olsak da, her zaman vurguladığım gibi herkes kendi deneyimini yaşamak zorundadır! Tökezleyecek, hata yapacak, küçük düşecek, belki de yaralanacağız; ama hiçbir bilgi, bu yaşananlar kadar bizi olgunlaştırmayacaktır. Rudyard Kipling’in ünlü Eğer şiiri geliyor aklıma. Şairin insan olma yolunda oğluna verdiği bu öğütler unutulabilir mi? Her dizesi üstünde uzun uzun düşünmeye değer! Bacon, bir denemesinde ilkçağda öğüdün krallar için ne denli gerekli, vazgeçilmez bir şey olduğunu belirtmiştir. Öyle ki, bir söylenceden örnek vererek, Jüpiter’in öğüdün simgesi olan Metis ile evlendiğini, bu birliktelikle hükümdarın öğüde ne kadar gereksinimi olduğunu önemle vurgulamıştır. Filozofun biri Buda’dan öğüt almak için yanına gittiğinde şöyle sormuş: “Sözcükler olmadan, sözsüz bir şekilde gerçeği söyleyebilir misiniz?” Buda sessizce yerinde oturmayı sürdürmüş. Bir süre sonra filozof Buda’ya övgülerini sıralamış ve gerçeğe giden yolu bulduğunu söyleyerek saygıyla eğilmiş, sonra da yoluna devam etmiş. Filozof gittikten sonra müritlerinden Ananda Buda’ya, filozofun neyin farkına vardığını ve niçin bu kadar övgü düzdüğünü sormuş. Buda şöyle yanıtlamış: “Atın iyisi daha kırbacın gölgesini gördüğünde başlar koşmaya!” Şu noktayı da unutmayalım: Öğütler, ancak akıllı insanlara verildiğinde karşılığını bulabilir. Yoksa boşuna nefesimizi tüketmiş oluruz. Savater’in, öğütlerine başlarken oğluna söylediği şu sözlerle noktayı koyalım: “Sana söyleyeceğim her şey, şu biricik öğüdün yinelenmesinden başka bir şey olmayacak. Güven. Bana güven, demiyorum, herhangi bir bilgeye de, belediye başkanına da, rahibe de, polise de güvenme. Ne tanrılara, ne şeytanlara, ne makinelere ne de bayraklara. Kendine güven. Hep daha iyiye doğru gitmeni sağlayacak olan zekâya, sana iyi arkadaşlıkların yolunu açacak olan sezgine güven.” Kendine güven! Ünlü düşünürün oğluna verdiği şu kısacık öğüt bile yolumuza ışık tutabilir. Öğüt veren için olduğu kadar, bekleyen için de…