Bulunduğu sayı belirtilmemiş. Ayse Perin (Tatari)
Yolculuk
Mayıs ayı güzelliklerine kavuşmak için şehirden kaçış gerekiyor… Çeşme, Urla, Foça, Kuşadası gibi cennet kasabalarımız bir saatlik mesafede bizi bekliyorlar. Bir cumartesi gün batımında direksiyonda Urla yolundayım… Radyoyu karıştırırken radyo tiyatrosuna rastlıyorum. Konu; yakınlarda vefat eden müzisyen Atilla Özdemiroğlu’nun yaşamı ile beraber, anlatıcının kendi hayatının kronolojisi.Aslında iç içe geçen hayatlar ile birlikte pek çok konu işleniyor. Anlatıcı, müzisyen ve tiyatrocu, dolayısı ile Atilla Özdemiroğlu ile kendi yaşamı iç içe geçiyor. Dönemler yakın, zamanlar ortak. Özdemiroğlu’nun unutulmayan şarkıları birer birer anıları ile yaşatılıyor programın içinde. Gazeteler bugünlerde Atilla Özdemiroğlu ve hayatı ile ilgili pek çok şey anlatıyor… Hayatındaki kadınlar; evlendikleri evlenmedikleri kadınlar, çocukları cenaze törenindeler. 73 yıllık yaşamında kendisi ile ilgili hep güzelliklerden söz ediliyor. Hem sevmiş hem de sevilmiş bir adam… Sanat heyecan istiyor aşk istiyor, öyle olduğun durduğun gibi bir hayatın olsa bu şarkılar yazılımıydı? Pek çok sanatçının yaşamında benzer özelliklere rastlanıyor. Yaratının beslenmesi için gerekli ihtiyaçların başında aşk var… Genelde hayatlar kısır ve monoton ise sanatçı ve yaratının işi zor… İlham denilen her ne ise durduk yerde gelmiyor. Radyoda anlatıcı devam ediyor... Anlatıcının yaşam kronolojisi Atilla Özdemiroğlu’nun yaşam kronolojisi ile kesişirken kendi hayatımdan kesitler alıyorum. Yeni bir kurgu ile radyo tiyatrosuna kendimi de katıyorum… Gençliğime gidiyorum; bu hikâyedeki zaman az farkla bana da uyuyor… O yıllarda benim de hayallerimde şarkıcı olmak var… Elimde gitarım her fırsatta şarkı söylüyorum. Hafta Sonu Gazetesi’nin şarkı yarışması düzenlediği yıllar; Yarışmada finaldeyim, finalistlere Durul Gence Orkestrası eşlik ediyor… Mekân, İstanbul Boğaz’da Lalezar, zamanın en havalı mekânı… Sahnedeyim, elimde gitarım ile San Remo Festival şarkıları söylüyorum… Beni dikkatle dinleyen bir adam yanıma geliyor ben Egemen Bostancı diyor, sizi çok beğendim solist altı olarak Lalezar’da sahne teklif ediyor… Mutluluktan dünyalar benim oluyor az sonra kendime geliyorum babam müsaade etmez diyorum. O zaman neden buradasınız diye soruyor Egemen Bostancı… Neticede müzisyen ve şarkıcı olamadım. Kim bilir Müziğe duyduğum aşk belki de yetersizdi, ya da korkuyordum yeni bir hayata geçmekten ya da babama çok güveniyordum kararlar için. Pek çok ihtimali dünden bugüne sorgulayarak yola devam ediyorum. Radyoda anlatıcı devam ediyor… Atilla Özdemiroğlu, anlatıcı ve ben; kalan yaşamı birlikte sürdürüyoruz… Araya şarkılar giriyor, Aysel gürel de gurubun içine giriyor… Şarkılar müzik ve sözler, kaç hayata dokunuyor… Direksiyonda, kır yolunda gerçekler ve hayaller arasında yola devam ediyorum. Yolun en güzel yerindeyim… Otobanı ve Urla merkez’i arkamda bırakıp, kırların tarlaların arasındaki yola sapıyorum. Havanın kokusu değişiyor, şehirde kaybettiklerimiz ile yeniden beraber olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Karşı tepelerde, ormanın içinde üç adet RES göze çarpıyor. Bir süre önce taşınırlarken görmüştüm. Ne çabuk ayağa kalkmışlar… Doğal güzelliğin dolayısı ile turizmin gözde coğrafyalarında RES’ler çoğalıyor. İnsanların yaşam alanlarına çok yakın bölgeler seçiliyor. Yol, artık ormanın içinden devam ediyor… Yeşil bir tünelin içindeyim. Güneşin uzaklaşan son ışıkları çam ağaçlarının arasından süzülüyor. Akşam yaklaşıyor, kuşların sesleri, bitkilerin kokusu ve anlatıcının şiirsel anlatısı… RES ler ile Büyü bozuluyor, kaçış noktalarımız giderek azalıyor diye düşünüyorum. Sadece tabiat olan bölgeler belki bir gün sadece hayallerimizde yaşayacak. Gelecek nesillerin yeni arazilere göçmek gibi bir şansları olmayacak. Res’lerin temelleri için geniş çaplı çukurlar kazılıyor… Ağaçlar sökülüyor. Toprak delik deşik… Kısa ve mutlu yolculuktaki ruh halim değişiyor… Müzik ve müzikli hayatlardan toprağa geçiş yapıyorum… Şehirler şehirliğini, köyler köylüğünü kırlarda kırlığını bilmeli diyorum. Kentlerimizde, kasaba ve köylerimizde sürekli bir inşaat arsızlığı içindeyiz. Acele, sıradan, yerel mimariyi düşünmeden yapılaşıyoruz. Herkes yorgun ve gergin. Doğa bizi onarıyor, ruhsal ve bedensel yenileniyoruz. Neticede dünyada her ne var ise insanlığın hizmetinde; hal böyle iken insan kendi çıkarları için yatırım yaparken uzun vadede gezegeni koruyucu önlemler alarak uygarlık yoluna devam etse daha iyi olmaz mı?