NISAN2020 Ayse Perin (Tatari)
Fikret Muallâ
İzmir Folkart Gallery’de 28 Şubat’ta açılışı yapılan “Fikret Muallâ-Yalnız ve Yaralı Bir Hayat” adlı sergiyi gezerken, sanatçının resimlerinin yanı sıra mektupları ve yaşamındaki köşe taşlarını anlatan belgeler ile sanatçının yaşamına ve ruhunun derinliklerine yolculuk yapıyorsunuz. Serginin adını taşıyan, mükemmel hazırlanmış katalog aracılığı ile evimde, yeniden Muallâ’nın yaşamında bir yolculuğa çıktım. Mualla’nın yoksul ve yalnız yaşamına tanık oldum. Eleştirmenlerin, dostlarının, meslektaşlarının yazıları ile sanatçıyı yakından tanıdım. Küçük yaşta futbol oynarken geçirdiği bir kaza neticesi ayağının topal kalması ve annesinin İspanyol gribinden ölümü ile ruhunda açılan derin yaralar… Saint Joseph ve Galatasaray Lisesi sonrasında Münih Güzel Sanatlar Akademisi ve Berlin Güzel Sanatlar Akademisi yılları ve burada Hale Asaf’a âşık olması… Sonraki Fransa yaşamı, Andre Lhote Atölyesi’ndeki çalışmaları... Parasızlık nedeni ile Türkiye’ye dönüp, Ayvalık’ta resim öğretmenliği yaptığı zamanlar... Görevinden ayrılıp İstanbul’a gelişi, operetler için kostümler çizip, kitap ve dergi resimlemesi... Bir süre Bakırköy Akıl Hastanesi’nde gözetim altında tutulması… New York Fuarı Türk Pavyonu için İstanbul konulu 30 kadar resim yapması, Ses dergisi için desenler çizmesi… Yeniden Paris yılları ve içki, sinir bozukluğu yüzünden zaman zaman hastanede tedavi görmesi... Ölünceye kadar Madam Angles’in koruması altında sürdürdüğü yaşamı. Hıfzı Topuz ve Fikret Muallâ: Sergi kataloğunun sayfalarını çevirirken, yakın dostlarının anlatıları ile Muallâ’yı yakından tanıyor, içkiye düşkünlüğü ve akıl hastanesinde olmasının nedenlerinin cevabını buluyorum. Hıfzı Topuz, Paris Hukuk Fakültesi’nde yüksek lisans yaparken bir yandan da Akşam’a yazı göndermektedir ve Fikret Muallâ ile bir röportaj yapmak ister. Verilen adres; Paris’te bir çıkmaz sokakta köhne bir apartmanın yedinci katıdır. Tek odadan oluşan mekândaki eşyalar, bir divan, bir masa ve bir sehpadan ibarettir. Duvarlarda çerçevesiz tuvaller, masasının üzerinde birkaç meyve, soğan, biber, palet, boya tüpleri, eskizler, yerde boş şarap şişeleri, yanmayan bir soba ve eski bir çift terlik… Büyük ressam Fikret Muallâ, kendi ifadesi ile şöyle der “aslında ben bohemliği sevmiyorum, hayat bizi zorla bohem yapıyor”. Fikret Muallâ sürekli anlatır, Hıfzı Topuz dinler… Hayatı oldukça zor geçmiştir ve zorluklar devam etmektedir… Sivil polisler, mahkemeler, babasının ölümü, miras meseleleri, davalar, adliye yangını, sergiler, İstanbul, Bakırköy Akıl Hastanesi, 1938’de İstanbul’dan ayrılış, Paris yaşamı, İkinci Dünya Savaşı, işgal yılları, kardeşinin ölümü… Hıfzı Topuz’un, “Sanat endişen nedir?” sorusuna “Ne isterlerse onu yapıyorum, iki natürmort bir peyzaj siparişi aldım. Abstre ya da figüratif yapacağım diye bir iddiam yok, öteki ressamlar ya da ekollerle ilgili değilim, bütün cereyanların dışında olmaya çalışıyorum. Eski resimlerime göre çok gerilerdeyim ve gerilemek istiyorum, ilerlersem göze batıyorum. Sivrilenlerden korkuyorlar ve baltalamaya çalışıyorlar. Orta yerde duruyorum.” diye cevap verir. Picasso ile dostluğundan söz eder; Picasso’nun atölyesinde beğendiği bir resmi Picasso’nun ona hediye ettiğini ve o çok sevdiği resmi parasızlık, bel ağrıları, açlık, sefalet sonucu bir koleksiyoner hanıma 150 Frank ve kısa süreli ev misafirliği karşılığında sattığını anlatır. İstanbul, 14 yıllık özlem ile gözünde tütmektedir. Ama korkudan gitmek istemez, “Deli diye Bakırköy’ü boylamak da var” der. Topuz’un, Muallâ ile yaptığı röportaj Akşam’da yayınlanır. Gazeteyi görünce Muallâ’nın gözleri dolar. İlk defa basında hakkında yazı ve resim çıkmıştır. “Ünlü olmak istemem, bana dokunmasınlar, vallahi hiçbir şeyde gözüm yok” der. Topuz ve Muallâ’nın dostlukları ve mektuplaşmaları ömür boyu sürer. Hıfzı Topuz’un Paris’te UNESCO’da görevli olduğu yıllar… Varlıklı koleksiyoncu Madam’ın Muallâ’yı himayesine alması, Güney Fransa’da Alpler’de bir kasabada, evindeki yaşamı, resim satma endişesi olmadan ki yaşamı (zira bütün resimlerini Madam alıyordu)… Ve son buluşmaları… Hıfzı Topuz ve birkaç eski dostu, bir sonbahar sabahı Paris’ten yola çıkıp Muallâ’nın yaşadığı kasabaya gelirler, herkesi ağlatan duygusal bir karşılaşma olur. Muallâ değişmiştir; tanınmaz halde, göbeği şişmiş küp gibi bir adam olmuştur. Günlerini nasıl geçirdiğini anlatır. Şarap içip resim yapmaktadır. Bahçedeki kuşla Türkçe konuşmaktadır... Her sabah uyandığında “ölmemişim, yaşıyorum” diye bir hüzün çöktüğünü söyler. Dostlarıyla geçen birkaç mutlu günden sonra hastaneye yatması gerekirken direnir. Evde olmak ister... Ayrılık vakti gelmiştir. Hıfzı Topuz direksiyonda, yavaş yavaş Paris’e dönmek üzere yola çıkarlar. Araba uzaklaşırken Muallâ onlara ağlayarak el sallar. Son görüşmeleridir. Fikret Muallâ, 20 Temmuz 1967’de Manosque Hastanesi’nde hayata veda eder. Hıfzı Topuz şöyle der: “Fikret Muallâ’nın yaşamı Türkiye’de 1930’lu ve 1940’lı yıllarda aydınların, yazarların ve sanatçıların karşılaştıkları felâketlerin kara bir örneği olarak ayrı bir önem taşır. Hiçbir suçu yoktu, hiçbir örgütün adamı değildi, kabahati özgürlüğe inanmasıydı, al sana özgürlüğün bedeli… 34 yaşında, bir karakol dayağı, falaka, ardından da dokuz ay tımarhaneye kapatılmanın yarattığı karabasan onun yaşamında bir kırılma noktası oluşturdu.”