AGUSTOS2020
Ayse Perin (Tatari)
Çağdaş Türk kentleri
İki şehrin hikâyesi ile yola çıkıyorum genellikle… Zira yaşadığım kent İzmir ve gözbebeğimiz İstanbul ilgi odağım.
Kentlerimizi modernleştirdiğimizi zannederken, gecekondulaştırarak bir kasaba haline getiriyoruz. Çok katlı yapılar, geniş inşaat alanları, AVM'ler ile doldurulan kentlerimiz, nefes alınamaz beton yığınlarına dönüşüyor. Çağdaş kent anlayışında; meydanlar, yapılar arasındaki mekânlar, parklar, kaldırımlar, yaya bölgeleri, ağaç, çiçek ve yeşil alanlar öncelikli planlamaları teşkil ederler. Eğer bir kentte yapılardan çok çevre düşünülmez ise gecekondu tipi bir yerleşimden kaçınılamaz. İşte geldiğimiz nokta budur.
Kentleşmenin merkezi insandır. İnsanlar, yaşadıkları kentte rahat ve güvenli bir şekilde yürüyebilmelidirler, yaya hakkı önceliklidir. Kent olgusu, meydanlarla oluşur, cadde ve sokaklar meydanlara açılır kent böylece nefes alır. İnsanlar, durmak, oturmak toplanmak ve yürümek için ulaşımdan önce bunlara ihtiyaç duyarlar. Ulaşım planları yapılırken, bütün bunların dikkate alınması gerekir.
Kent düzenlemeleri, kargaşayı, düzensizliği önlemek amacıyla yapılır. Parklar, meydanlar kadar önemli alanlardır. Londra, Paris gibi kentler parkları ile ünlüdür. Parklar, yeşil alanlar ihtiyaçtır. Yeşil, çağdaş kentin şartıdır, medeniyetin belirtisidir.
Kaldırımlar, kaldırımların döşemeleri, bizim kentlerimizde nedense hiçbir zaman düzgün olmamış ögelerdir. Yapının duvarı, malzemesi, drenajlar, kent mobilyaları, basamaklar, elektrik direkleri, bitkiler tabelalar, ilanlar… Kentlerimizde bir tasarım sorunudur.
Avrupa’da Ortaçağdan beri meydan anlayışı mevcuttur. Bizim geçmişimizde buna rastlanmaz. Onlarda kilise ve katedrallerin etrafında mutlaka meydanlar planlanır, biz de ise camilerin avluları vardır. Yani meydan anlayışı içe dönüktür. Çağdaş kentleşme için, adapte olmak zorunda olduğumuz önemli bir maddedir meydan anlayışı.
Belediyeler, sanatçılarla işbirliği halinde olmalıdır… Dünyadaki örneklere bakılırsa Paris, Barselona, Amsterdam, New York gibi kentlerin tümü, değerli mimarlar, uzmanlar tarafından hazırlanmış projeler sonucu bugünkü haline gelmiştir. Bu güzel şehirler, boş bir alanda planlanır gibi planlanmayıp, mevcut tarihi ve doğal dokusu üzerine tartışılıp geliştirilmiş projeler doğrultusunda oluşturulmuşlardır. Kentin mevcut değerlerini yok etmeden, yeniyi inşa etmek ilkesi göz önüne alınmıştır.
Ayasofya meselesinin gündemde olduğu şu günlerdeki bakış açımız, çağdaş kentleşmenin gereğini yerine getiriyor mu?
“…Kent düştükten sonra, Fatih Sultan Mehmet, ilk ziyaretini kent siluetinin olağanüstü öğesi Ayasofya’ya yapmıştır. Galerilere kadar çıkan Sultan, çok harap olmasına karşın mozaikleri ve freskleri, altın ve gümüş eşyasıyla, o zamana kadar görmediği kadar büyük olan bu tapınaktan çok etkilenmiştir ve hemen camiye çevrilmesini emretmiştir. Tursun Bey, Sultanın duygularına tercüman olan şu cümleyi yazar: Ayasofya, cennetten bir ayettir.” (*)
Figürün yasak olduğu İslam dünyasında, İstanbul kiliselerinin o zaman üstleri sıvanmış pek çok figürlü mozaik ve freski bugüne ulaşmamıştır.
Dünyanın hiçbir kentinde, Ayasofya ile karşılaştırılabilecek görkemde, bir geç antik kiliseye, rastlanamaz… Ayrıca, Bizans dönemi mimarisinin en önemli örnekleri İstanbul’dadır. Hıristiyan olmuş bir Roma’nın mirası Konstantinopolis’tedir ve İslam’ın en büyük ve Akdenizli diyebileceğimiz yapıları ve Mimar Sinan’ın eserleri de eklendiği zaman, muhteşem topoğrafyası ile İstanbul benzersiz olur.
İki benzersiz kentimiz; İzmir ve İstanbul için yeni anlamlar yüklemek çabası yerine, mevcut tarihi dokuyu ve kültürel mirası korumak, coğrafya ve topoğrafyasına saygı göstererek, çağdaş kentleşme idraki ile planlamalar yapmak izlenecek en doğru yoldur kanaatimce.
(*) Kaynakça-Doğan Kuban Yazıları Antolojisi