KASIM2020 Ayse Perin (Tatari)
Sonbahar serzenişleri
Sonbahar serzenişleri Öngörülere göre-2025’te dünya nüfusunun 5 milyarı kentlerde yaşayacak. Ve bu durumun üçte ikisi fakir ülkelerde görülecek. Yıl 1950…Dünyada nüfusları 8 milyonu geçen iki şehir vardı, biri Londra diğeri Paris… Yıl 2000, nüfusları 10 milyonu geçen 22 megapol var. Bugün sayıları 30'u bulan bu megapollerin 25’i, en az gelişmiş ülkelerde ve 20'si Asya‘da yer alıyor. 2025 yılında, en büyük olacakları tahmin edilen 10 tanesinin içinde sadece Tokyo gelişmiş olanı. Yani buradan anlıyoruz ki, genelde megapoller bir fakirlik göstergesidir ve kontrol edilemeyen büyümeler yozlaşmayı getirir. Başucu kitaplarımdan biri de Doğan Kuban’ın yazmış olduğu “Sanat, Mimarlık, Toplum Kültürü üzerine makaleler”i ve özellikle de 1. cildidir. Bu kitap, İzmir ve İstanbul gibi büyük yerleşimlerde yaşayanların, en başta da belediye ve yerel yönetimde yer alan kişilerin kütüphanelerinde bulunmalıdır diyorum. Bizim kentlerimiz, özellikle İstanbul ve İzmir; bugün başa çıkılamaz bir göç neticesinde metropol ve megapol olma özelliğini taşımakta ve kontrol edilemeyen büyümenin getirdiği yozlaşmaya da tam bir örnek teşkil etmektedirler. “Biz kenti modernleştirdiğimizi sandığımız zaman da yine Anadolu kasabasına çeviriyoruz. Neden? Çünkü çağdaş kentin dışa dönük yapıdan çok, yapılar arasındaki mekânlardan, meydanlardan, parklardan, kaldırımdan, yaya bölgesinden, ağaç, çiçek ve yeşilden olduğunu anlayamıyoruz.” Cümlesi ile Doğan Kuban mükemmel özetlemiştir kent anlayışımızı. Ben de pek çok insan gibi, pandemili yaşamın zorlukları, iniş çıkışlı duyguları ile mücadeledeyim. Ajandam bile hüzünlü… Geçen yıllarda, sayfalara sığdıramadığım programlarımı özlüyorum. Her gün neredeyse birbirinin benzeri. Bu sonbahar başka bir sonbahar, kaygılı ve hüzünlü bir bekleyişin sonbaharı… Sonbahar yaprak dökümüdür, rahmetli babacığımı sonbaharda toprağa vermiştik. Aradan geçen uzun zaman hasreti küllendirmiyor. Yine bir sonbahar gününde, yazlık evin bahçesinde onun diktiği ardıç ağacının gölgesinde denizi seyrediyorum. Boyalık koyun mavisi yine aynı, iğdeler olgunlaşıyor, güneş daha erken batıyor, puslu nemli sabahlarda kimsesiz kalan kediler evin etrafında dolaşıyorlar… Yıllar geçiyor, ailelerin yapısı değişiyor. Bir zamanların neşeli sofralarının yerini yalnız tek kişilik tepsilerde yenilen öğünler alıyor. Çeşme-İzmir seferlerimiz devam ediyor. Pandemi tırmanışta… Vakalar artıyor. Şehirlerden kaçıp bahçeli evlerde yaşamak tercihi, pek çok insanın gündeminde. Hayat planı sözcüğü, eski bir defterin sararmış sayfalarında asılı kalmış solmuş karalamalardan ibaret... Rahmetli annemin sıklıkla söylediği sözleri hatırlıyorum “Kul kurar, kader güler”… Bu sözün tam sırası. Yaz bakalım Ayşe diyorum, planlarını saatlerini programla, dakikaların kıymeti var, yetişmeye çalış kendime verdiğim komut değişiyor; Yavaşla Ayşe, yetişilecek bir şey yok, maskeni tak, sağlığına dikkat et, kalabalıklardan uzak dur. Zaman, artık akıp giden ve anların birbirinden çok da farklı olmadığı tuhaf bir ırmak gibi... Herman Hesse’nin eseri Siddharta’daki ırmak hayalimde canlanıyor… Biz faniler ırmağın bir kıyısından diğer kıyısına geçmeye çalışan ve sonsuzluğun içinde kaybolmuş, ilahi bir gücün oyuncularıyız diyorum… Irmak, bize hayatı öğretiyor mu? Kitaplar, kitaplar, hayatımıza anlam katan değerli yazarlar, filozoflar… Bu yaz tam okumanın derin güzelliğine kapılıp giderken göz rahatsızlığım yine bir yoklama yaptı, "ben buradayım" dedi. Zorunlu ara verdim. Müziğin yüce gücü ve derinliği ile onunla olan dostluğuma şükrettim. Resimlerim çizimlerim ile hasret kaldım. Sokaklar ne güne duruyor dedim çık yürü… Amaçsızca yürü, yürümenin tadını çıkar ama o iş o kadar da kolay değil. İzmir’de yürümek zorlu bir yolculuk…”Kaldırımlar, bir ülkenin medeniyet göstergesidir” sözleriyle sakinleşiyorum. Her kentin sokaklarının yapısına ve ölçeğine, mimari üslup ve malzemelerine bağlı olarak bir yankısı vardır... Sözleri ile İzmir’in yankısını duymaya çalışıyorum. Çağdaş şehirlerin geniş açık mekânları sesi geri göndermez… Söylemi aklıma geliyor ve bunu da savuşturuyorum. Mimarlığın yaratığı işitsel deneyimlerin en önemlisi sükunettir. Okuduklarım ve öğrendiklerim bana rahat vermiyor… Her kentin ayrı bir tadı ve kokusu vardır… Sözleri ile kentin tadını ve kokusunu almaya çalışıyorum. (Bir mimarlık kuramı klasiği olan “Tenin Gözleri” adlı kitaptan) . Korna, matkap ve hilti gürültüsünden oluşan yankıı ile bunalıp, bir alışveriş merkezinde yürümeyi tercih ediyorum. Zemin güvenli ve temiz, ancak burada da, banttan programlı dinlenen müzik ile mekânın akustik hacmini kavrama imkânı yok oluyor, kulaklarım körleşiyor. Evime, bahçeme sığınıyorum… Kendi seçkilerimle mutluyum. Ben metropol, megapol insanı değilim.