SUBAT2021 Ayse Perin (Tatari)
Hissedilen zaman
Ben zamana takıldım bu aralar... Zaman algımı düşünüyorum; hızlı ya da yavaş, hayatımın kesitlerinde hangi zaman diliminde nasıldı? Pandemi ve zaman... Dünyamızı saran coronavirüs öncesinde, yaşam telaşı içindeydim. Doğrusu hiçte sorgulamamıştım zamanı. Yetmiyordu, tek bildiğim oydu. Özellikle de sanayileşmiş toplumlardaki ortak özellik “zamanım yok” söylemiydi. Herkes zamansızlıktan şikâyet eder durumdaydı. Evet, zaman çok hızlı akıyor, hayatlar tükeniyordu. Oysa zamanın hızı, aslında içimizde oluşan zaman algısıyla ilgiliydi. İçsel saatimiz vardı, hayatın çeşitli evrelerinde zaman algımız değişiyordu. Yaşlandıkça zamanın daha hızlı geçtiğinin farkına varıyorduk. Hayatımızdaki rutinler artıyor, böylece deneyimlerimiz azalıyor, zihnimiz bunları yeterince net kaydedemiyordu. Pandemi sürecinde, her yaştaki insanlar için rutinler arttıkça, öznel zaman hızlandı. Artık ajandalarımızda gelecek program yer alamıyor, konser, tiyatro, sergi gibi aktivitelerden mahrum, renksiz, monoton bir hayatın kısır döngüsünde, umudu yeşertme çabaları içinde bocalıyoruz. Ülkemizdeki pandemi kısıtlamalarına, özellikle de 65 yaş üzeri için vurgulanan yasaklar da eklenince, bu yaş grubunun durumu daha da vahim bir hal almış oldu. “Tatminkâr ve renkli bir hayat aynı zamanda uzun bir hayattır” diyor Marc Wıttmann, ”Hissedilen Zaman” adlı kitabında... Zaman konusuna, bilimsel ve psikolojik açıdan yaklaşıyor ve okurlarına biraz yavaşlayıp, hayatı daha sakin bir şekilde, mevcut anın farkına vararak, anı biriktirip yaşamanın, böylece daha tatminkâr bir hayata ulaşmanın ipuçlarını sunuyor. Son tatilimizi hatırlamak, yarınki programı iple çekmek... An ve beklenti birlikte gidiyorlar. Geçmişimize, şimdinin perspektifinden bakıyor ve uzunluğunun farkına varıyoruz. Hayat sınırlı bir zaman... Pek çoğumuz yaş aldıkça zamanın daha hızlı geçtiği hissine kapılır. Bu fenomenin açıklaması şöyledir: bir yıl, on yaşındaki birinin hayatının onda biri, seksen yaşındaki birinin seksende biridir. Zaman perspektifi, değişken bir kavram. Araştırmalar neticesinde, geçen yılların öznel hızı; altmış yaşa kadar giderek artıyor ve bu noktadan itibaren zaman sabit kalıyor. Özetle, zaman yetişkinler için hızlı geçiyor ve yaşla zaman algısı arasında bir bağ oluşuyor. Hafızamızda depolanan olaylar ne kadar çoksa ve bağlamsal değişiklik yaşanırsa o süre uzunmuş gibi algılanıyor. Mesela, bir haftalık seyahat ile ev- iş arasında geçen rutin bir haftanın zaman algısı farklı hissedilir. Özetle; yeni ve heyecan verici deneyimler ile zamanı uzatıyoruz... Araştırmalara göre, mesleklerinde rutin içeren insanların hayatlarının daha hızlı geçtiği algısı tespit edilmiş. Bu, bir zaman paradoksudur. Çocukluk ve gençlik yılları yeni deneyimlerle geçer... Yetişkinlerde deneyim azalır, artık hayat rutin olmaya başlamıştır... Bu monoton süreçte, hafızada ayrı bir yer gerekmez, daha düşük kaliteli hafıza içerikleri oluşur ve böylece zaman kesitinin öznel süresi kısalır. Rutin, tecrübelerin yenilik değerini azaltır, giderek daha az anı biriktirilebilir ve dolayısı ile zaman öznel olarak hızlanıyormuş gibi hissedilir. Özetle rutinden kaçınmalıyız ama nasıl? Özellikle de orta yaş ve sonrasında yeni hedefler, öğretiler deneyimlemeliyiz. Romalı filozof ve devlet adamı Seneca’nın “Hayat, bize sadece bir sürü beyhude faaliyetle vaktimizi boşa harcayacağımız için kısa görünür-yani giderek daha hızlı geçer” söylemi, günümüzde her zamankinden daha anlamlı. Pandemi günleri farkındalığımızı arttırdı. “Monoton bir hayatın ve rutinlerin içinde kaybolup kısa bir yaşam sürmek yerine, hayatı renkli yaşayıp, anı biriktirmek, bir anlamda meydan okumak” düsturu ile ömrümüzü uzatabiliriz.