Bulunduğu sayı belirtilmemiş. Gülhan Berkman Yakar
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şeyler var...
Beden eğitimi dersinde, Ergun Eleviş :“ Haydi voleybol için seçtiğim öğrenciler yan tarafa ayrılsın…” diye yüksek sesle bağırınca, bir anda içim daralmıştı. Geçen hafta fiziğimize bakıp voleybol için uygun olabilecekleri belirlediğinde, ne yazık ki beni seçmemişti. Diğer tarafa ayrılan arkadaşlara hüzün ve gıptayla bakarken, “Hey! Sen… Sen niye duruyorsun orada hala?” diye yükselen sesi hala kulaklarımda. Önce, etrafa sonra da Ergun hocanın yüzüne bakmıştım. O da kaşlarını çatmış doğruca bana bakıyordu. Tam “Beni seçmemiştiniz ama” diyecektim ki; kendimi son anda susturdum ve koşarak gruba dahil oldum. Bir yandan da diğer arkadaşların bu konuyu açmamaları için dua ediyordum. Büyünün bozulmasına dair korkumu ve aynı zamanda yaşadığım sevinci anlatamam. (İşte tam o zaman öğrendim ki; gerçekten, gönülden, taaa derinden isteyince oluyormuş.) İlkokulun dördüncü sınıfında böyle ilginç bir şekilde başlamış oldu benim voleybol aşkım. Rahmetli Ergun hoca, hepimize birer voleybol topu verip, nasıl yapılacağını öğrettikten sonra; “Şimdi çalışmaya başlayın; bu toplarla düşürmeden en az elli kez, kendi kendine manşet ve plase atabilenleri takıma alacağım.” deyince, büyük bir istekle her gün çalışmaya başladım. Bir haftanın sonunda hocanın koyduğu hedefi fazlasıyla yerine getirmiştim. (Demek ki; istemek yetmez, sıkı çalışacaksın.) Kısa bir sürede çok istekli ve yetenekli bir takım oluşturmuştu Ergun hoca. Öğrettikleri sayesinde üç pas yapıp, üç metreye smaç atabilen Türkiye’deki tek ilkokul takımı olmayı başarmıştık. (İşte Ergun hoca’dan öğrendiğim bir şey daha; işini öyle iyi yapacaksın ki, sen bu dünyadan ayrılalı kırk yıl geçmiş bile olsa, yaptıkların ve ismin memnuniyetle anlatılacak.) Sıkı çalışmaya devam ederek, takımın kaptan yardımcısı olmuştum ben de. Artık bir gelecek hayalim vardı; o yıllarda Türk milli takımının kaptanı, Violet. O hayali gözümde canlandırdıkça daha da sıkı çalışıyordum. (Demek ki neymiş? Çalışırken, önüne koyduğun hedeflerin ve mutlaka bağlı olduğun bir vizyonun olacak.) Okulun atletizm takımı da bizlerden oluşuyordu. Koşu, yüksek atlama, uzun atlama, bayrak yarışı… Teknikleri yeni öğrenmiş olsak da, tüm branşlarda başarılı sonuçlar elde edebilmiştik. Daha iyi voleybol oynamak adına fazladan sıçrama çalıştığım için yüksek atlamada İzmir 2.si bile olmuştum. (Böylece öğrendim ki; sıkı çalışmaya ve kendini geliştirmeye devam ettikçe yaşam sana hiç ummadığın armağanlar sunar.) Okul takımının yanı sıra, İzmirspor’da da büyük bir şevkle çalışıyordum. Yıllar geçtikçe gelecek hayalim zihnimde daha da parlıyordu. Ortaokul yıllarımda Türkiye şampiyonu olan takımın ilk altısında yer almış, sonrasında takım kaptanı bile olmuştum. Hatta İzmir Yıldızlar Karması’nda çalışmalara katıldığımı da hatırlıyorum. O sıralar Milli takım hayalim, zihnimde bir film şeridine dönüşmüş hatta daha da renklenmişti. Ta ki günün birinde, tanımadığım biri sırtımı sıvazlayana kadar; “Ah! Gülhan ah… Seni kaç yıldır takip ediyoruz, boyun bir 3 - 5 santim daha uzayamadı… - Kimsiniz? Beni neden takip ediyorsunuz ki? “Biliyorsun, milli takım için seçim yapıyoruz…“ Böyle bir şeyden hiç haberim yoktu. Önce büyük bir coşku hissettim içimde, takip ediliyordum. Kalbim ağzımdan çıkacak kadar çarpıyordu. Kazandığımız maçın hemen ardından yanıma gelmişti. Milli takım… Filan bir şeyler söylüyordu, kafam karışmıştı; “Tam olarak ne demek istiyorsunuz siz?” diye sordum ; “Çok istiyoruz ama alamıyoruz seni Gülhan… Ne yazık ki boyu 170 santimin altında olan sporcu alınmıyor takıma” diyerek yanımdan uzaklaştı. Kazandığımız maçın sevincini artık hissetmiyordum. Hatta hiçbir şey hissetmedim bir süre… Onu tanımıyordum, belki bu söyledikleri doğru bile değildi. Ama bir gerçek vardı ki benim boyum 167 santimdi. (Her öyküde böyle şeyler de olur. Bazen gücünün yetmediği koca bir engel karşına dikilebilir. Üzülmek hiç fayda etmez. Bazı şeyleri değiştirme şansın olmadığını fark edersen, o güne kadar kazandıklarınla yolculuğun keyfini çıkartmak belki en doğrusu olacaktır.) Sonraki yıllarda ne kadar çalışsam da boyum 3-5 santim daha uzamadı. Yeni hayaller, yeni hedefleri getirdi. (Ne de olsa, yenmek kadar yenilmek de vardı. Artık önümüzdeki maçlara bakacaktık) Zamanla Violet’in zihnimdeki fotoğrafı da yavaş yavaş flulaştı sonra yok oldu. Ben yine de yer aldığım takımlarda elimden geleni yapmaya ve keyfini çıkartmaya devam ettim. Şampiyonluklarımızla ve milli takıma hizmet eden arkadaşlarımızla her zaman gurur duydum. İş veya özel yaşamda zorlanıp, içimi umutsuzluk kapladığında bazen geçmişe bir yolculuk yapmak iyi gelir. O zaman yolculuğun farkına varıp kat ettiğim mesafeye bir göz atarım. Beni üzen ve zorlayan durumlarla mücadele ettiğimde, aslında gelecekteki bana, armağanlar hazırladığımı hatırlarım. Derken özgüvenim mücadele ruhumu ateşler ve geçmişin gücünden bu gün de en iyi şekilde yararlanırım. Size de tavsiye olunur. Sevgiler
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.