AGUSTOS2020 Gülhan Berkman Yakar
Eğitim şart
Yıllar önce, medikal sektöründe faaliyet gösteren bir firmaya müşteri ilişkileri eğitim veriyorum; otel salonunda gerçekleşen toplantıda, katılımcılar U düzende oturuyorlar. Eğitim, soru cevap, karşılıklı etkileşim şeklinde devam ederken, bir kişi hariç herkesle göz teması halindeyim. Başını önündeki bilgisayardan kaldırmayan o kişi ise kurumun genel müdürü ve aynı zamanda da patronu... Eğitimin başlangıcında, -piyasaya yeni çıkmış olan- küçük beyaz dizüstü bilgisayarını açarak masaya yerleştirdi ve süreç boyunca işlerini yaparken bir yandan da sanırım kulağı bizdeydi. Sanırım diyorum, açıkçası eğitim içerisinde katkı sağlayabileceğini düşündüğüm konularda kendisiyle iletişime geçmeye çalıştıysam da bu konuda pek istekli olmadığını hatırlıyorum. O gün; her ne kadar katılımcılarla mümkün olduğunca verimli ve keyifli bir eğitim gerçekleştirmiş olsak da, böyle bir durumla ilk kez karşılaştığım için, ortamın enerjisini pozitife çevirip yükseltmek adına oldukça zorlanmıştım. Katılımcılar da, içten paylaşımlarda bulunmaktan çekindiler, esprilere gülerken bile göz ucuyla yöneticilerine bakma ihtiyacı hissettiler. Eğitimi ihtiyaç olarak gören ve bu iş için bütçe ayırmış olan yöneticinin o sırada amacı tam olarak neydi diye düşününce; Belki kontrolcü yapısı nedeniyle, çalışanların eğitimi kaytarmadan, can kulağıyla dinlemesi için orada varlık gösteriyordu. Belki egosu nedeniyle, çalışma arkadaşlarına belli etmeden kendisinin de ihtiyacı olan konuları öğrenmek istiyordu. Belki bambaşka nedenleri vardı, bilemiyorum ama varlığı, sandığının aksine eğitim sürecini oldukça zorlaştırmıştı, işte onu çok iyi hatırlıyorum. Sektörlerinde yer edinmeye ve gelişmeye çalışan bir firmanın eğitime yönelmesi ve konuya ilişkin ayırdığı bütçeyi de verimli kullanmak istemesini çok iyi anlıyorum bununla birlikte, kurumlarda eğitim konusuna çok daha profesyonel yaklaşmak faydalı olacaktır. Elbette ki eğitime ayrılan zaman, emek ve bütçenin verimli kullanılması önemlidir ve dışarıdan göründüğü gibi kolay da değildir. Eğitim ihtiyacının ortaya çıkarılmasının yanı sıra içeriğinin belirlenmesi, lojistik olarak hazırlık yapılması, grupların oluşturulması, doğru eğitmen ve katılımcıların seçimi, değerlendirilmesi gibi konuların hepsi vakit ayrılması gereken ve çok inceliği olan işlerdir. Eğitimler, aslında küçük, büyük hangi ölçekte olursa olsun, kurumların temelde şu ortak ihtiyaçlarına dayanır; ? Organizasyonel olarak yetkinliklerin artması, ? Kurum içerisinde iş yapış şekillerine, bilgiye ve kültüre hâkim olunması, ? Departmanlar ve kişiler arasındaki iletişimin ve paylaşımın artması, ? Çalışılan alana dair yenilikler, güncel ve iyi uygulama örneklerinin bilinmesi, ? Yetenek ve kariyerin yönetimi ? Finansal, mevzuat ve diğer nedenler Eğitim sürecinden diğer beklentiler ise; motivasyon, bağlılık, kurumsal stresin yönetimi, şeklinde özetlenebilir. Yaklaşık yirmi yıldır koçluğun yanı sıra kurum içi danışmanlık ve eğitimler ile ilgili çalışıyorum. Şunu söyleyebilirim ki; kurumlarda genellikle çalışanların çoğu, eğitim alma isteğiyle yanıp tutuşmazlar. Hatta eğitim başlarken katılımcılardan gelen ilk soru şu olur: "Hocam bugün kaç gibi bırakırsınız?" Gelişim ihtiyacı içinde olmayan kişilerin bu zihniyetleri, doğal olarak başlangıç motivasyonlarını etkiler. Eğitmen veya kolaylaştırıcı olarak bizim hünerimiz de, süreç içinde onları eğitime dahil etmek ve mümkün olduğunca katkı sağlayabilmektir. Kurumların yaptığı eğitim yatırımları aslında her anlamda çok değerlidir. Sınıf içindeki aktif katılım, seminerdeki etkin dinleme; kurumun gelişimi için önemli olduğu kadar, çalışanların da kendilerine yaptıkları önemli bir yatırımdır aynı zamanda. İyi bir eğitim ile günün sonunda yeni öğrenilenler, tekrar edilip pekiştirilenler, kurumsal bağlılık, dostluklar, kişinin yaşamına ve yaptığı işe dair yüksek farkındalıklar kalır. Sonuç olarak ne diyelim? “Eğitim şart!” Sevgiyle kalın.
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.