KASIM2021 Gülhan Berkman Yakar
Özgüven ve motivasyon dinamikleri
Kafe Kariyer’de bu ay, değerli dostum, Doktor Ofelya Cabral ile yaptığımız keyifli söyleşi yer alıyor. Gerek birlikte katıldığımız eğitimlerden, gerekse gerçekleştirdiği çalışmalardan, kendisini yaklaşık yirmi yıldır tanıyorum. Verdiği eğitimler, hipnoterapi başta olmak üzere, hastanın ihtiyacına göre uygulayabildiği yirmi dört çeşit terapi ile hastaları kısa sürede şifa buluyor. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezuniyetinin ardından 1988 yılında Sidney’e yerleşen Ofelya, orada çok uzun yıllar aile hekimliği yapıp çeşitli eğitimler aldıktan sonra Türkiye'ye dönerek çalışmalarına burada devam etme kararı vermiş. Özellikle aile, hasta eğitimi, kadınlar ve gençlere dair psikolojik sorunlarla ilgili çalışan Dr Ofelya Cabral’a “özgüven ve motivasyon”a dair söyleşimizin bir bölümünü sizinle paylaşmak istedim. - Sevgili Ofelya, Özgüven konusuyla başlayalım istersen… Kişiler genellikle özgüvene dair ne tür problemlerle geliyorlar sana? Onlara neler öneriyorsun? - Özgüvenle ilgili gelen en çok problem aslında “özgüvenin” yanlış anlaşılması oluyor… Özgüveni insanlar sanki tek parçaymış gibi düşünüyorlar. Hani pazıl yaparsın bitirirsin de resme bakarsın ya onun gibi tek parça… Hayır, hayır özgüven öyle bir şey değildir. Özgüven aslında pazılın parçaları gibidir. Örneğin pek çok kişi, benim hiç özgüvenim yok der, ama aslında bu doğru değildir. Böyle söyleyen kişilerin hayatına baktığında, kimisi güzel börek yapar, kimi ikili ilişkilerinde çok iyidir, kimi çocuklarıyla çok güzel sohbet ediyordur. Yani öncelikle “özgüven” dediğimizde lütfen bunu tek parça olarak düşünmeyelim. Herkesin kendine güvenerek yaptığı mutlaka, bir iş vardır. Düşünün; dünyada sekiz milyar kardeşimiz var ve sekiz milyar kardeşimizle, yüz trilyon ortak yönümüz var yani yüz trilyon hücremiz var demek istiyorum. Ortalama bir yetişkin yetmiş kilo ve yetmiş kiloluk bir yetişkin yüz trilyon hücreden oluşur. Yani sevdiğimiz, sevmediğimiz, beğendiğimiz, beğenmediğimiz insanlarla yüz trilyon ortak yönümüz var bir kere… - Hiç böyle düşünmemiştim. İlginç bir yaklaşım!.. - Onların da karaciğer hücreleri de aynı sizin gibi enzimlerle çalışıyor. İşte bir takım kimyasal işler yapıyor ve bu makineyi destekliyor. Beyin hücrelerimiz de aynı çalışıyor. Ortak yönümüz çok ve ortak yönlerimizden bir tanesi, sekiz milyar kardeşimin her biri, mutlaka bir şeyleri iyi yapıyor... O halde, özgüvenimizi güçlendirmek için yapacağımız en kolay şey şu; sadece bir tek şeyi yazın önce; neyi iyi yapıyorsunuz? “Çok iyi film seyrederim dersiniz mesela, çok güzel müzik seçerim mesela, arkadaşları bir araya getirip herkesi toplarım.” Gibi… Yani öyle çok abartılı bir şeyler olması gerekmez. Yanıtınız “Nobel ödülü alırım, kitap yazarım…” Olması gerekmiyor, hayır, hayır!.. Yaptığınız mutlaka iyi bir şey vardır. O iyi bir şeyi yazdıktan sonra, ikinci iyi yaptığınız sonra üçüncü iyi yaptınız şey…Eminim ki herkes en az 5 tane yazabilir. - Bu güzel bir bakış açısı gerçekten. Bununla birlikte o iyi yaptığımız şeyler kolaylıkla aklımıza gelmiyor değil mi? Hep kötü olanlar öncelikli olarak geliyor aklımıza… Genelde, olumsuzu düşünme eğilimi var gibi, ne söylemek istersin bu konuda? - Özgüvenimizi en çok hırpalayan şeylerden bir tanesi; kendimize yaptığımız çok büyük bir haksızlık var aslında, o da şu ; kendimizin en kötü özelliği ile, beğendiğimiz insanın en iyi özelliğini karşılaştırıyoruz. Diyelim ki, ben toplum önünde konuşamıyorum, ama güzel yaptığım iki bin tane şey var. Böyle bir durumda toplum önünde çok güzel konuşan bir insanla kendimi kıyasladığımda, tabii ki çok olumsuz bir beyin kimyası oluşuyor. Yani özgüvenimizi yerle bir eden kıyaslamadır. - Bu kıyaslamanın kökeni nereden geliyor ? - Çoğunlukla çocukluktan… İstisnaları ayrı tutuyoruz elbette ama anne-babalar, belki bazen öğretmenler, tarafından kıyaslanıyor ve bunu öğreniyoruz. Böyle olunca da elma ile armutu kıyaslıyoruz. Senin en iyi tarafınla kendi en kötü tarafımı kıyasladığımı da tabii ki çok kötü hissediyorum ve bu da özgüvenimi aşağıya çekiyor. - Sürekli bir sınav sistemi ve rekabet ortamı içerisinde okuyan çocukların durumu bu aslında… İster istemez bir karşılaştırma oluyor değil mi? - Gülhancığım şart değil bu… Çocuğu kendisi ile kıyaslayan biliriz. Yani “ oğlum/kızım sen bak matematikte şöyle idin, şimdi bak bu kadar yol aldın. Bu müthiş değil mi? Bu harika değil mi?” Veya “sen matematikte iyiydin, ne oldu evladım? Sana ne oldu? Hani nerede takıldın? Orada sana destek olalım, yardımcı olalım, yardımcı olacak birini bulalım…” Diyebiliriz. Yani böylece, çocuğu kendisi ile kıyaslayabiliriz. - Kesinlikle çok haklısın. Bazen kendi annemizin sesi ile gelip bizim ağzımızdan çıkıveriyor bu sözler değil mi? Tabii ki bahane değil bu… Çocukları yetiştirenlerin mutlaka bu türden kötü alışkanlıklarını değiştirmesi gerekiyor. Peki danışanlarınla özgüven konusunda sen nasıl çalışıyorsun? - Örneğin kişi geliyor ve diyor ki; “Benim hiç özgüvenim yok.” Ben de diyorum ki; “ Neden öyle düşünüyorsun?” Çünkü o kişinin belli ki; kendisi ile ilgili, kafasında bazı kriterler var ve bu kriterlere uymayan yönleri var. Mesela kimileri diyor ki; “ikili ilişkilerde benim istikrarlı uzun süreli bir ilişkim olmuyor.” Diyor, onu yazıyorum bir kenara. Başka ? Diyorum “Para yönetimim yok.” , “ Ben kariyerimde istediğim yerde değilim, sınavlarda başaramıyorum. “ Diyor. “Trafikte çok tedirgin oluyorum.” Diyor… Yani kişiye: Neden hiç özgüvenin olmadığını düşünüyorsun? Diye sorduğumda genellikle bir veya iki alanda kendini başarısız hissettiği için özgüveninin olmadığını düşündüğünü anlıyoruz. Biz de çalışmalarımızda o alanları dallandırıp budaklandırıyoruz, genişletip detaylandırıyoruz ve tedavisini yapıyoruz. - Buradan motivasyon konusuna bir geçiş yapsak, aslında evet ortak hücrelerimiz var. Ama bir yandan da, beynimiz gelişirken, herhalde bambaşka gelişiyor ve her birey birbirinden çok da farklı aynı zamanda… Dünyada bir tane daha eşimiz yok. Dolayısıyla da motivasyon kaynaklarımız bakımından da farklıyız değil mi? - Önce motivasyon kavramının kaynağına bakacak olursak onu, iç referanslı ve dış referanslı olarak ikiye ayırabiliriz. Bizim toplumumuzda, genellikle dış referanslı olarak yetişiyoruz aslında. Örneğin; “ Oğlum çalış, kızım odanı topla, saçını tara…” gibi büyüklerden sürekli bunları duyarak dış motivasyonla hareket etmeye alışıyoruz.” Yapmazsan şöyle olur, yaparsan böyle olur” gibi… İç motivasyon ya da iç referanslı motivasyon, tabii ki tercih ettiğimiz bir şeydir. Tabii ki iç referanslı motivasyonda da en önemli şey, iç konuşma, iç sesimizdir. Kendimizle nasıl konuştuğumuz, aynaya baktığımızda ne gördüğümüzdür. Aynaya baktığımızda, sivilcemizi görüyorsak sıkıntı… Aynaya baktığımızda gözlerimizdeki pırıltıyı görüyorsak; “Evet işte bu… İyi ki gelmişim bu dünyaya, bu dünya bensiz olmazdı…” Diyorsak ne güzel… İç referanslı motivasyonda kaynak, iç sesimizdir. Kendinle nasıl konuşuyorsun? bir hata yaptığın zaman ne diyorsun kendine ? “Olabilir, tabii ki… Ben insanım, hatasız kul olmaz “mı diyorsun? Yoksa olumsuz şeyler mi söylüyorsun? Veya çok güzel bir şey yaptığında; “ Aman ne olacak? Herkes yapıyor” mu diyorsun? Yoksa;” -İşte bu… İşte bu… Aferin!” mi diyorsun? Örneğin takım tutuyorsan ve tuttuğun bir takıma gösterdiğin tezahüratı kendine göstermiyorsan, iç motivasyonunda sıkıntı var demektir. Benim ölçüm bu… - Kesinlikle çok doğru ve çok güzel bir örnek oldu. Bu durumu değiştirmenin en önemli adımı da, olaylar karşısında, kendimize içten içe ne dediğimizi fark etmek herhalde öyle değil mi? -Dediğin gibi, kendini fark ettikten sonra düzeltilebilir. Örneğin ben kendimle bugün kötü mü konuştum, olumsuz mu konuştum? Önce kendimden özür dileyip sonra kendime söz verebilirim;” Sana bir daha kötü bir şey söylersem, mesela sevmediğim bir şey yapacağım.” işte ne bileyim …“ Şekerli kahve içeceğim.” gibi… - Yalnız bir dakika… Burada kendini cezalandırmış oldun. Bu da motivasyonel bir şey değil mi? “Ceza vermek…” Pozitife yönlendirmek için şöyle de diyebilirdik mesela ; “ Bir daha bunu daha güzel yaparsam o zaman şöyle okkalı bir kahve içeceğim.” Kişiye göre değil mi? Yani işte oraları da keşfetmek lazım sanki… Mutlaka sen görüşmelerinde karşı tarafı bu anlamda ele alıyorsundur. - Tabii çok ağır olmayan, hatırlatmaya yönelik bir ceza bu… Kişilerin yüzde sekseni korkuyla motive oluyor. Örneğin; “ O sınavı geçmezsen hayatın şöyle olur, mahvolursun, kararırsın… vb.” Pozitife yönlendirmek de çok önemli tabii… İnsanların yüzde 20'si de, yaptığı bir işin karşılığını almaktan, hediyeden, onaylanmaktan motive oluyor. Kişiye göre duruma göre motivasyon yaklaşımı kullanılmadığında ise, çocukların yüzde 20'sini biz bu toplumda ıskalamış oluyoruz. Ben onlardan bir tanesiyim örneğin… Beni korkuyla kolay kolay motive edemezsiniz. Çünkü öyle görmedim. Benim gibi pek çok çocuk, “disleksi” gibi, farklı olan çocuklar, bu toplumda kayboluyorlar. Özellikle ailelerdeki konuşmaları duyuyorum; “Abisi gibi çalışmıyor. Hiçbir şey olamayacak, tehdit ve cezaya yönelelim…” Kişi çalışmıyor, sorunu çözmüyor, tamam. Tüm insanlar cezadan yahut da korkudan mı çalışacak? Yüzde yirmiyi unutmayalım. Sevgili Dr. Ofelya Cabral ile gençlerin sınava hazırlık konusunu da ele aldığımız sohbetimizin sonuna doğru, eşi Thomas Cabral’da katılınca, birlikte izleyenlere harika bir sürpriz yaptılar. Öğrencilerin sınav öncesinde yararlanabilecekleri bu çalışmaya ve keyifli söyleşimizin tamamına gülhan berkman Youtube adresimden ulaşabilirsiniz. Sevgiyle Kalın