Bulunduğu sayı belirtilmemiş. Günter Soydanbay
PokémonGo ve İzmir’in Tanıtımı
Bildiğiniz üzere dünyada PokémonGo fırtınası kopmakta. Lanse edileli sadece bir hafta olmasına rağmen -sırf Amerika’da- günde 21 milyon kişinin bu oyunu oynadığı tahmin ediliyor. Bu kısa süre zarfında sokaklarda garip görüntüler oluşmaya başladı bile. Cep telefonu elinde zombi gibi yürüyenler, av uğruna başkalarının özel mülkiyetlerine girenler ve yanlışlıkla polis karakoluna giden hırsızlar trajikomik manzaralar oluşturuyor. Neyseki tüm bu çılgınlığın özünde İzmir’in tanıtımı için bir fırsat yatmakta. Hep beraber bir ufuk gezisine çıkalım. PokémonGo’nunbaz aldığı teknolojinin adı augmentedreality yani arttırılmış gerçeklik (AG). Bu yöntem, gerçek görüntü üzerine üç boyutlu sanal nesneler ekleyip daha zenginleştirilmiş bir gerçeklik sunuyor. Kısaca çıplak gözle gördüklerinizin üzerine bilgisayar animasyonları ekleniyor. AG aslında 50-60 seneden beri konuşulan bir teknoloji. Öte yandan PokémonGo’nun muazzam popülerliği sayesinde AG, sonunda kendini günlük hayatın içine soktu. Bu teknolojiyle ne yapabileceğimizi hayal etmeden önce, insanoğlunun neden AG’ye ilgi duyduğunu analiz edelim. Psikolojik açıdan baktığımızda AG’nin, hayatın ekstra soslu versiyonu olduğunu görüyoruz. Bir analojiyle anlatmaya çalışalım. Diyelim pastaneden bir külah dondurma aldınız. Bu, gerçeklik olsun. Dondurmanızı çikolata sosuna bandırır ve üzerine ufalanmış fıstık dökerseniz bu da AG olur. Yani bu teknoloji teoride, hayatı daha tatlı, keyifli ve arzu edilesi kılıyor. Elbette her dondurmanın ek sosa ihtiyacı yok. Bazıları olduğu gibi lezzetli. Ekstralar genelde eksikleri kapatmak için kullanılır. Benzer şekilde AG de hayatın ayıplarını kapatıyor! Dünyanın önde gelen şehirleri de bu teknolojiyi kullanmaya başladılar. Peki nedir kentlerin örtemeye çalıştıkları bu ayıplar ve kapatmak için uğraştıkları eksiklikler? Dünya nüfusu sürekli artıyor. Köyden kente göçse kontrolsüz şekilde hızlanıyor. Bu durum üç sorun yaratıyor. İlki, Asya’dan Güney Amerika’ya çoğu kentte doğa katledilip beton yığınları oluşturuluyor. İnsanlar çevrelerinde güzellik aradıkça gerçek hayatın sunduğu çirkinliği görüyorlar. İkincisi, gelişim kavramı altında bir çok kent tarihi binalarını yok olmaya terk ediyor -ki bu konuyu geçen ay ele almıştık. Yerine o kentin geçmişine dair hiç bir öğe taşımayan abide binalar inşa ediliyor. Geçmişiyle bağını kaybeden hemşerilere gerçek hayat, toplumsal alzheimer yaşatıyor. Son olarak içe değil, dışa bakmayı tercih eden şehir yöneticileri, medeniyet adı altında başka kentlerde öykündükleri yapıların aynılarını inşa ediyorlar. Bu yüzden zamanla tüm kentler birbirine benziyor. Bir havalimanına iniyorsunuz. İzmir’de de olabilirsiniz, Bogota’da da. Bir AVM’ye gidiyorsunuz, Ankara’da da olabilirsiniz, Riyad’da da. Bir otobüs durağında bekliyorsunuz. İstanbul’da da olabilirsiniz, Pekin’de de. Tarihi, kültürü ve değerleri birbirinden farklı kentler birbirine benzedikçe, gerçek hayat monotonlaşıyor. İzmir yukarıda saydığımız sorunların tamamından muzdarip. Öte yandan ne çirkinlik, ne hafıza kaybı ne de monotonluk bize has problemler. Bunlar dünyanın dört bir yanında olan meseleler. Kent yaşamını daha çekilebilir kılmak için AG’ye başvuran bir çok şehir var. Şimdi başarıyla uygulanmış üç projeye bakalım. 1. Berlin Duvarı insanlık tarihi için çok önemli bir yapı. Bu yüzden her sene milyonlarca turist tarafından ziyaret ediliyor. Öte yandan büyük kısmı yıkılmış duvara bakmak çok da matah bir deneyim değil. Bunun için Berlinliler bir aplikasyon geliştirilmişler. Telefonunuzu duvarın çeşitli kısımlarına tuttuğunuzda ekranınızda geçmişten sahneler oynuyor. Duvar adeta canlanıyor ve başından geçenleri size bir bir anlatıyor. 2. Almanya’nın başka bir kentine, Köln’e gidelim. Bu şehir seneler önce AG’yi oyunla birleştirip turist deneyimine entegre etmiş. Ellerinde telefonları, sokaklarda yürüyen turistler kentin Roma, Orta Çağ ve gelecekteki halleri arasında gidip geliyorlar. Gizli hazineler buluyorlar, tuzaklardan kaçıyorlar ve topladıkları puanlar sayesinde gerçek hayatta indirimler elde ediyorlar. 3. Son olarak Yeni Zelanda’nın Christchurch kentindeki Canterbury Müzesi’ne gidelim. Bu müzede AG sayesinde baktığınız totemler canlanıp, sizinle konuşuyor. Duvarların arkasında saklanan sanal tarih öncesi avcılar çıkıp size saldırıyor ve baktığınız folklorik el sanatları bir anda animasyon haline gelip bütün müzeyi sarıyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Sonuçta modern yaşam tek düzeleştikçe AG hayatımızın daha da vazgeçilmez bir parçası olacak. İzmirimiz de benzer fikirlerle hayata renk katsa sizce de güzel olmaz mı?